Elbisesinin etekleri yerleri süpürüyordu. Rengi beyazdan griye dönmüş üzerindeki boncukları çoktan dökülmüştü. Kimi yerleri yırtıktı. Sabahtan beri yağmur yağıyordu. Orman iyice bataklığa dönmüştü. Nereye adım atsa çamurlara batıyordu. Saçları da elbisesi gibi griye yakın bir renk almış ve yüzüne yapışmıştı yağmurdan ötürü.Gözleri gözükmüyordu. Dayandığı kalınca bir sopayla açıklığa çıkmaya çalışıyordu. Nefes nesefe kalmıştı. Yağmur daha da şiddetle yağıyordu. Çıplak ayakları üşüyordu. Tam patika yola çıkmışken durdu bir anda. Saçlarını gözlerinin önünden çekti ve gözlerini kısarak daha da net görmeye çalıştı karşısını. Şaşkındı. Aklı almıyordu. Hoş bu cümle hiç de ona uygun değildi. Aklı zaten uzun bir müddettir onla değildi ki. Arada bir gelir, geçmişi hatırlatır giderdi. Neyse sırası değildi şimdi bunları düşünmenin. Kimdi bu? Gözü bir yerden ısıracaktı ama çıkaramıyordu bir türlü. Yolun karşı tarafında bir ev vardı. Üç katlıydı. Arka tarafı ormana bakıyordu. Evin çatı katında bir çift göz ona bakıyordu işte. Camın tam önünde yeşil bir koltukta oturuyordu. Üzerinde kapşonlu bir hırka vardı. Kapşonu başına geçirmişti. Bir kız mıydı yoksa erkek mi? Ayırt etmekte zorlanıyordu. Bu ev yıllardır boştu. Kimse gelip gitmezdi. Peki kimdi bu? Neden böyle bakıyordu kendine? Tanışıyorlar mıydı geçmişten? Eve biraz daha yaklaştı. Koltukta oturan kişi ayağa kalktı pencereyi açtı ve evin terasına çıktı. Başını gökyüzüne kaldırdı. Yağmur damlaları yüzünü delip geçiyordu sanki. İçine işliyordu adeta. Bu bir kızdı. 20li yaşlardaydı. Üzerindeki kıyafet iki beden büyüktü. Tekrar bakışlarını yaşlı kadına çevirdi. Yüzünde ürkütücü bir gülümseme vardı. İster istemez geriye doğru bir kaç adım attı yaşlı kadın. Ama ondan uzaklaşamıyordu. Krem rengi mermer korkulukları sıkıca kavradı ve kendini aşağı bıraktı kız. Gözlerini sıkıca kapadı yaşlı kadın. Sanki kapatınca onu durudurabilecekmiş gibi. Bir kaç saniye sürdürdü bunu. Tam yüzünde bir sıcaklık hissediyordu. Bir nefes. Ne kadar zaman olmuştu bir insanla bu kadar yakınlaşmayalı? Otuz yıl? Kırk yıl? Belki de daha fazla. Yavaşça gözlerini araladı. Kız tam karşısında durmuş onu seyrediyordu. Korktu. Arkasını döndü ve gücü yettiğince koşmaya başladı. Yaşlı zavallı bir kadın ne kadar hızlı koşabilirse o kadar hızlı koşuyordu. Onun gözlerinde bambaşka bir şey vardı. Görmemesi gereken bir şeyi, kendisini görmüştü! Kız da onun arkasından koşuyordu "Dur! Kaçma. Daha ne kadar kendinden gençliğinden kaçabilirsin. Sen tam bir korkaksın. Kaçma dedim sana!" Yaşlı kadın önde gençliği arkada ormana doğru ilerliyorlardı. Kız bir çırpıda yetişti ve yapışıverdi koluna. "Tam 43 senedir kaçtığın yetmedi ha? Aklını yitirdin. Kalbini yitirdin. Hayallerini, aileni, sevdiklerini... Şu haline bak bir. Perişan haldesin. Geriye gözlerin kalmış sadece bana benzeyen. Gerisi harabe. Ne oldu da gitmedin buralardan? Hâlâ neden gelip gençliğinde hep oturduğun ve ormanı seyrettiğin koltuğa bakıp duruyorsun? Güzel günlerdi değil mi?"
Yaşlı kadın daha fazla dayanamadı ve oraya yığılı verdi... Genç kız ıslak toprağa oturdu ve kadının başını dizlerine koydu. Saçlarını okşadı. Bir kaç damla gözyaşı düştü yaşlı kadının çizgilerin bir hikâye yazdığı yüzüne...
21 Aralık 2014 Pazar
15 Aralık 2014 Pazartesi
Şemsiye 38 ( Uçan Ballı Kurabiye )
Hiç bu kadar sessizliğin içinde kaybolmamıştı. Damarlarında hareket eden kanın sesini duyabiliyordu sanki... Gecenin karanlığından aydınlığına kadar yürümüştü. Sabaha ise bir simit ve demli bir çay ile merhaba demişti. Ardından mavi halılarla döşeli bir yere girmişti. Sırtını sıcak bir yere dayamış gökyüzünün sadece bir kısmı gözüken pencereye odaklanmıştı. Düşünüyordu. Ne olacaktı bu şekilde? Daha ödemesi gereken bedel var mıydı? İlkokulda yüzüne top atan çocuğun adı neydi? Bu perşembe ıspanaklı börek mi yapsaydı ya da? Hayat onu nereye sürüklüyordu? Ne kadar soru varsa beynine hücum ediyordu. Başı çatlayacak gibiydi. Bugün hiç olmadığı kadar yalnızdı. Ve yine yeniden kırgın... Ama suçlu belliydi; "kendisi". Hayır demeyi ne zaman öğrenecekti ki? Horozlar ötüyordu. Zaman bugün hiç geçmiyordu sanki. Bu şehre ilk kez bu kadar yakından bakıyordu. Köyden şehre yeni gelen bir yeni yetme gibiydi bu semt. Daha önce hiç ballı kurabiye yemiş miydi? Hayır. Yemek de istemezdi çünkü o tuzlu severdi. Ama kimse bir şeyleri onun kadar sevemezdi. Sevdim mi tam severdi. Nasıl desem hani bir çocuk gibi. Hiç de büyümeyecekti zaten. Yüzü gibi kalbi de minyondu. Göstermiyordu yaşını. Belki bir gülümsemelik ömrü kalmıştı. İnsan ne zaman öleceğini bilse böyle mi olurdu? Tanrı bunu bildirmedi.Bildirseydi şayet insanlar daha da acımasız olurlardı. Zaten çoğu bencil. Yani yaklaşık 5 milyar kadarı... Ölsek daha mı güzel olurdu? Aslında korkuyordu. Rabbisi merhametliydi ama o sınavlara pek çalışmazdı. Hayat sınavı zaten başlı başına zordu... Bunlar kafasında bir ırmak gibi çağlarken birden yükselmeye başladı. Uçuyordu sonunda. Bir kuş olmuştu evet. Hep hayaliydi bulutlara dokunmak. Mavide kaybolmak... Rüzgârı hissediyordu yüzünde. Sevinçten gökte taklalar atıyor, manevralar yapıyordu.
Tam en havalı hareketi yapmak üzereydi ki bir sesle irkildi. Başını kaldırdığında tüm sınıf ona bakıyordu. Rüyasında ne yapmıştı acaba? Düşünmek bile istemedi. Hoca başında dikilmiş; "uçmak güzel şey" diyordu. Yanakları kızarmış özür diliyordu. Sonradan arkadaşından öğrendiğine göre ballı kurabiye diye sayıklamıştı uykusunda. Halbuki rüyasında da belirtmişti sevmediğini. Buna rağmen adı ballı kurabiye kalmıştı o günden sonra. "Uçan Ballı Kurabiye!"
Hıı bir de 90lara gidelim biraz da :) :
3 Aralık 2014 Çarşamba
Şemsiye 37 ( İkindi Uykusu )
"Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım!”
Bediüzzaman Said Nursî
Yaklaşık 1.5 yıldır bu düstur üzere yaşıyorum. Karl Marx nasıl din afyondur diyorsa ben de siyasetin afyon olduğunu, insanların beyinlerini uyuşturduğunu düşünüyorum. İnsanlar siyasi liderlerini o kadar yüceltiyorlar ki onun hata yapamayacağını her daim iyi olduğuna inanıyorlar. Düşünmüyorlar akletmiyorlar. Hayır bir insan nasıl bu kadar körü körüne bağlanır anlayamıyorum. En yakın dostlar sırf siyasi görüş ayrılıkları yüzünden kanlı bıçaklı oluyorlar şayet birbirlerine saygıları yoksa.
Bir diğer mesele ise muhalefet. Muhalefetin yapması gereken çirkeflik değil hataları bulmak bunları düzeltmektir. Gördüğüm ise gürültü patırtının ortasında hakaret nidaları. Haberleri de izlemiyorum bu yüzden. Başımı ağrıtıyor çünkü. Çünkü moralimi bozuyor. Her kanal kendi görüşüne göre yansıtıyor birbirlerini kötülüyorlar.
Siyasete karşı mıyım? Tabi ki hayır. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bir devlet başkanıydı. Medine Şehir Devleti. Mekke'nin fethi sonrası müşrikler perişan olduklarını düşünürken Peygamberimiz onlara güvende olacaklarının teminatını vermiştir. Biraz siyer veya İslam tarihi okumuş iseniz müşriklerin eziyetlerini bilirsiniz. Tüm bunlara rağmen onları affetmiş bir başkandır Hz. Muhammed. Nasıl devlet başkanı olunur Peygamberimiz bunu bize bizzat gösteriyor. Şimdi ile kıyaslıyorum da başa gelenler karşıt görüştekileri bu kadar merhametle kucaklamazlardı. Ne zaman ki bu nitelikte bir devlet başkanı gelir o zaman siyasete sıcak bakarım. Öbür türlüsü güç.
Çok da İslami düşünmeyen topluluğu bir kenara bırakırsak mümin olarak yaşadığını iddia edenler birbirlerini tekfir etmekle meşguller. Yahu siz kardeştiniz hani? Hani birliktiniz? Bilmem ne parti oy veren kafir de siz en hakiki Müslümansınız. Bunca kaosun içinde birlik olmak varken bu şekilde ayrılın sevgili desinler diye yaşayan kardeşlerim. Çok ilgilisiniz ya siyesetle. Mısır, Filistin sizden soruluyor ya. Hani neredesiniz şimdi? Râbia nidalarınız nerede? Bir hocam şöyle demişti geçen yıl Mısır olayları patlak verince: "Slagonla aldatmaktır Râbia; görselle uyutmak. Bu dinin sekülerleşmesidir." Daha güzel anlatılamazdı da. Bir takım aksesuarlar satılıyor Râbia işaretleri ile bezeli. Bunlardan kazanılan parayla öldürülüyor Müslümanlar. Müslümanı Müslümanın parasıyla öldürmek. İsrail de Amerika da bunu yıllardır yapıyor. Ben tam bunları düşünürken bugün derste, Müslümanları bir kimyasal atık olarak gördüklerini kendi ülkelerinde dahi öldürmediklerini, ellerini bile sürmeden bizi bize öldürttüklerini söyledi hocamız. Ne kadar aciz bir durum. Biz de hâlâ aldığımız afyonla uyuyalım. İyi uykular sevgili Müminler!
Bediüzzaman Said Nursî
Yaklaşık 1.5 yıldır bu düstur üzere yaşıyorum. Karl Marx nasıl din afyondur diyorsa ben de siyasetin afyon olduğunu, insanların beyinlerini uyuşturduğunu düşünüyorum. İnsanlar siyasi liderlerini o kadar yüceltiyorlar ki onun hata yapamayacağını her daim iyi olduğuna inanıyorlar. Düşünmüyorlar akletmiyorlar. Hayır bir insan nasıl bu kadar körü körüne bağlanır anlayamıyorum. En yakın dostlar sırf siyasi görüş ayrılıkları yüzünden kanlı bıçaklı oluyorlar şayet birbirlerine saygıları yoksa.
Bir diğer mesele ise muhalefet. Muhalefetin yapması gereken çirkeflik değil hataları bulmak bunları düzeltmektir. Gördüğüm ise gürültü patırtının ortasında hakaret nidaları. Haberleri de izlemiyorum bu yüzden. Başımı ağrıtıyor çünkü. Çünkü moralimi bozuyor. Her kanal kendi görüşüne göre yansıtıyor birbirlerini kötülüyorlar.
Siyasete karşı mıyım? Tabi ki hayır. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem) bir devlet başkanıydı. Medine Şehir Devleti. Mekke'nin fethi sonrası müşrikler perişan olduklarını düşünürken Peygamberimiz onlara güvende olacaklarının teminatını vermiştir. Biraz siyer veya İslam tarihi okumuş iseniz müşriklerin eziyetlerini bilirsiniz. Tüm bunlara rağmen onları affetmiş bir başkandır Hz. Muhammed. Nasıl devlet başkanı olunur Peygamberimiz bunu bize bizzat gösteriyor. Şimdi ile kıyaslıyorum da başa gelenler karşıt görüştekileri bu kadar merhametle kucaklamazlardı. Ne zaman ki bu nitelikte bir devlet başkanı gelir o zaman siyasete sıcak bakarım. Öbür türlüsü güç.
Çok da İslami düşünmeyen topluluğu bir kenara bırakırsak mümin olarak yaşadığını iddia edenler birbirlerini tekfir etmekle meşguller. Yahu siz kardeştiniz hani? Hani birliktiniz? Bilmem ne parti oy veren kafir de siz en hakiki Müslümansınız. Bunca kaosun içinde birlik olmak varken bu şekilde ayrılın sevgili desinler diye yaşayan kardeşlerim. Çok ilgilisiniz ya siyesetle. Mısır, Filistin sizden soruluyor ya. Hani neredesiniz şimdi? Râbia nidalarınız nerede? Bir hocam şöyle demişti geçen yıl Mısır olayları patlak verince: "Slagonla aldatmaktır Râbia; görselle uyutmak. Bu dinin sekülerleşmesidir." Daha güzel anlatılamazdı da. Bir takım aksesuarlar satılıyor Râbia işaretleri ile bezeli. Bunlardan kazanılan parayla öldürülüyor Müslümanlar. Müslümanı Müslümanın parasıyla öldürmek. İsrail de Amerika da bunu yıllardır yapıyor. Ben tam bunları düşünürken bugün derste, Müslümanları bir kimyasal atık olarak gördüklerini kendi ülkelerinde dahi öldürmediklerini, ellerini bile sürmeden bizi bize öldürttüklerini söyledi hocamız. Ne kadar aciz bir durum. Biz de hâlâ aldığımız afyonla uyuyalım. İyi uykular sevgili Müminler!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Şemsiye 85 ( Gökteki Sarı Balık 14)
YA TAHAMMÜL YA SEFER MUSTAFA KUTLU Tahammüllerimizle yaşıyoruz. Hayatımıza öyle yön veriyoruz. Tahammül etmediğimizde sefer kaçınılma...
-
Ah çocuklar, bayım! Ne kadar da masumlar... Ölmesin onlar. Onlar ölürse insanlık ölür değil mi? Savaşlar! Savaşlar onlara göre değil. Açl...
-
Ellerim bu kadar titrerken nasıl yazabilirim? Yüreğim çığlık çığlığa ve ben ölürcesine susuyorum! Kulağımda acıklı bir türkü. “Hey gidi K...