6 Temmuz 2015 Pazartesi

Şemsiye 46 ( Menekşe )

Uyandığım manzaralara karlar yağdı.
Bir çocuk sesi eşlik etti yarım kalmış rüyalarıma; ağlıyordu.
Mahmurluğumu da koyup sepete bir pikniğe çıktım.
Çocuk da peşimden geldi.
Dudaklarında ufak rüzgâr kalıntıları...
Fersiz üfleyişleriyle bir tur atmaktan öteye gidemiyordu elindeki rüzgâr gülü.
Aldım bir kuş yaptım.
Göğe saldım.
Tuttum elinden.
Bir menekşenin başucuna götürdüm.
Yasladı başını menekşeye.
 Mor rüyalara daldı.
Aldım başımı gittim ben.
Uzaklarda bir şehir yanıyordu.
Dumanlar tütüyordu göğünde.
Herhalde bir savaş vardı.
Bir anne kanlı yazmasını evine siper ediyordu.
Bir baba katil bir kurşuna baş kaldırıyordu.
Bir kız elinde bir çakıl taşı düşmana gözdağı veriyordu.
Yollar uzuyordu.
Bir ikindi vakti,
Kendimi bir okyanusa bıraktım.
Özlediğim her ne varsa serin sulara haykırdım.
ZifiRi'ydim,
Aydınlığa ulaşmaktı hayalim.
Çok yol aldım.
Ateşe vardım.
Yandım.
Ândım.
Ben dünde mahsur kaldım.




15 Mayıs 2015 Cuma

Şemsiye 45 ( Sakarya Güncesinin Son Sayfası )

Koca bir vedayı başlatıyor gibiyiz. Çok değil birkaç hafta sonra hepimiz bambaşka yerlerde olacağız. Yıllardır bugünü bekliyoruz aslında. Her sınav haftası "bitse de kurtulsak" diye yakınmalarımız artık cılız seslerden ibaret. Zira şimdi ayrılığın eşiğindeyiz. Her şeyin sonu. Son dersler, son sınavlar, son arkadaşlarla bir şey yapmalar...

Bundan yaklaşık 5 yıl öncesiydi. Üniversite tercihlerini yapacağım zaman, koydum önüme Türkiye haritasını ve bir kaç şehir  beğendim kendime. Bursa, Samsun, İzmir, Isparta, Sakarya...
5 yılımın geçeceği şehir Sakarya'ydı evet. Hiç bilmediğim, görmediğim tamamen yabancı bir şehir. Eylül ayı ile birlikte ilk yolculuğum başladı, peşine onlarca yolculuğu takarak.
Nasıl yapacaktım diye bir korku varken içimde, şimdi nasıl gideceğim diye bir endişe çöreklendi yüreğime. Halbuki yıllardır "ne zaman bitecek artık? Bıktık bu ödevlerden, quizlerden" diye çok yakındık hep birlikte. Özellikle de bu yıl fazlasıyla yorulduk formasyon ve staj da eklenmiş olan tempomuza. Okul bitecek ve biz derin bir nefes alacağız. Ama sonrasında özleyeceğiz...
Her gidiş yeni bir başlangıç demek. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ile yepyeni bir sayfa açıldı hayatımızda. Sona yaklaşınca insan unutuyor yaşadığı tatsız günleri ve geriye sadece güzel anılar kalıyor genelde. Sonuna geldiğimiz bu sayfada, sadece güzel anılar olsun olur mu?
Güzel dostluklar kurduk , anılar biriktirdik heybemizde.  Bunun yanında zorlandığımız ağladığımız  üzüldüğümüz zamanlar oldu. Mesela benim Adapazarı'nın her sokağında ne kadar tebessümüm varsa bir o kadar da gözyaşım var...
Her temas iz bırakırmış. Kayıt için kampüse doğru giderken  Sapanca'nın mavi havasını içime çektiğimde oldu ilk temasım bu şehre...

Birlikte olgunlaştık. Alışamadık ilk zamanlar. Yurtlar evler insanlar üzerimize geldi. Ardından daha bir kaç ay öncesinde tanıdığın o kişi omzuna dokunup üzülme dediğinde yavaşça geçti hissedilen acılar. O kişi bazılarınızın hala yanıbaşında değil mi? Hala dost eli omuzunuzda :)

Bu beş yıla ne de çok şey sığdırdık;
Saü İF'nin vaz geçilmezi sınavlar. Beş yüze yakın hemen hemen.
Biletler ve yolculuklar. Otobüs, uçak, tren. ( Ben sakladım ilk ve son biletimi :) ) O  kadar çok yolculuk yaptık ki dünyayı iki üç kere turlardık herhalde :)
Özlemler. Ne özledik ama. Uzaklarda bırakıp da geldiğimiz herkesi. Hele ilk yıllarda zaman hiç geçmiyordu sanki tatilin gelmesi için.
Alışveriş. Çark Caddesi'nin bir ucundan başlayıp öbür ucunu bulamamak. Ah, kızlar!   :)
Fotokopiii. Kadir abiyi zengin ettik evet :) Normal ders notlarının yanında -belki lazım  olur yaa- diye arkadaşların notlarından da bir kopya çektirmesek olmazdı.
Sapanca, Taraklı, Acarlar Longozu, Maşukiye ve daha pek çokları. Piknikler geziler...
Kimi zaman kuru fasulye pilava talim ederken kimi zaman da delicesine sevdiğimiz yiyecekleri yediğimiz günler oldu.
Onlarca film izledik. Kimi sinemada kimi odanın karanlık bir köşesinde.
İstifade ettiğimiz çok değerli bilgiler öğrendiğimiz değerli hocalarımızı anmadan olmaz. (Hepsinden Allah razı olsun bu arada)
Binlerce fotoğraf çekildik. Her fotoğrafta biraz daha büyüdüğümüzü fark ettik.

 İşte daha böyle aklıma gelmeyen sayısız şey var. Beş yılın özeti nasıl yapılır bilemiyorum.  Okulumuzun bahçesinde geçmişime bakarken, anlık duygularla yazdığım bir yazı oldu aslında bu.

Rabbime binlerce şükürler olsun. Sizleri, çok güzel insanları tanıma fırsatı verdiği için. Başka bir şehirde başka şartlarda tekrar karşılaşırız belki. Okulun Yağmura Yakalanan Şemsiyesi'ni,  ZifiRi'sini unutmazsınız değil mi :)

Bir hakkım varsa helal olsun. Hayatıma girmiş olan herkese ve yaşadığım her şey adına teşekkür ederim...

3 Mart 2015 Salı

Şemsiye 44 ( ( Mimi İle Bir Dünya Masalı - Final -)


Mimi  II: http://yagmurayakalanansemsiye.blogspot.com.tr/2014/11/semsiye-36-mimi-ile-bir-dunya-masal-ii.html?m=1

Mimi IIIhttp://yagmurayakalanansemsiye.blogspot.com.tr/2015/01/semsiye-42-mimi-ile-bir-dunya-masal-iii.html


 Süreyya Hanım Samet'in evinin önünde taksiden indi. Samet bugün taburcu olacaktı. O yüzden o gelmeden evini temizlemek bir kaç kap yemek yapmak iyi olur diye düşünmüştü. Kapıyı açıp içeri girdi.  Perdeler sıkı sıkıya kapalı olduğu için  içerisi oldukça loştu. Belli ki perdeleri hiç açmıyordu. Kolları sıvadı hemen. Perdeleri bir köşeye çekti, camları açtı. Bekar eviydi belliydi. Salonu, mutfağı, tuvaleti banyoyu bir güzel temizledi. Sıra yatak odasına gelmişti. Biraz tereddüt etti içeri girmeye. Ama sonra ne de olsa teyzesiydi. Ne olacaktı sanki girse. İllaki özeli olacaktı. O sadece üstün körü bir temizleyecekti. Yoksa bu çocuk eline suya sabuna sürene kadar uzun zaman geçerdi. Kapıyı açtı. Gördükleri karşısında ne yapacağını bilemedi. Önce yatağın kenarına oturdu. Yoksa düşüp kalacaktı. Odanın her yanı küçük not kağıtlarıyla fotoğraflarla doluydu. Bir kaç not kağıdını aldı okudu.

" Şiirler biriktirdim sana ben.
Sonra döndüm de kendim okudum hepsini.
Geçmiş zaman kipisin artık.
Mişli geçmiş zamanlarımda bıraktım seni."

" Belki de başka masalın kahramanıydın sen..."

" Uzaklara  git sevdiğim. Çok uzaklara.. ellerimi uzattığımda dokunamayacağım aynı şehirde olduğumuzun idrakine varamayacağım kadar uzaklara.. Cesaretim olsa keşke olsa da  içimde sevda sanıp dikilen putları kırsam. İbrahim  misali. Elimde kör bir balta ile yerle bir etsem. Keşke..."

Daha fazla devam edemedi Süreyya Hanım. Her cümle bir bıçak gibi saplanıyordu sanki. Hepsinde Samet'in acılarını gördü. Onun o solgun yüzünü... Durumun aslında ne kadar da vahim olduğunu.
   Her şey annesinin onu ve babasını terk etmesiyle başlamıştı. İçine kapanmış çok az konuşur olmuştu. Babasını da kaybedince tüm dünyası yıkılmıştı sanki
Hastalığı işe sahafçıda işe girdiği zamanlarda baş göstermeye başlamıştı. Mehmet Amca kendi kendine konuşurken buluyordu çoğu zaman onu. Ya bir şiir kitabından bir şeyler okuyor yanındaki boşluğa bakarak ya da rafları düzeltirken kaybolup gidiyordu kendi dünyasında. Ses etmiyordu fakat endişelenmeden de edemiyordu. Bir gün teyzesiyle gelmişti Samet işe. Mehmet Amca ile tanıştırmış hoş sohbet etmişlerdi. Samet'in uzaklaştığı bir anda teyzesi anlatmıştı olanları. Biraz idare etmesini söylemişti. Çünkü ilk kez bir işi böyle severek yapıyordu." Pekala" dedi  Mehmet Amca. "Madem öyle,devam etsin çalışmaya. Ben gözetmeye çalışırım elimden geldiğince..."  Samet'in kısa aralıklarla verdiği yaşam  molalarında Mehmet Amca'nın duyduğu tek bir isim vardı. "Mimi" !
Samet kendi kafasında kurduğu hayatı yaşıyordu aslında. Bir hayatı olmamıştı çünkü. Gerçeği yitirmiş hayallere tutulmuştu. Fakat hayallerindeki hayatta da mutlu değildi. Bu yüzdendi sık sık bayılmaları kriz geçirmeleri belki de... Apartmanında oturan Aslı'ya ayrı bir ilgisi vardı. Çünkü o Mimi'ye benziyordu. Bir gün karşılaştılar apartmanın önünde.  Aslı "Nasılsın?" diye sordu. "İyiyim" dedi Samet. "Hep aynı." "Seni özlüyorum Mimi..." diye de ekledi içinden. "Hoşça kal Samet kendine çok iyi bak " dedi Aslı.
Hiçbir şeyden habersiz sessizce yürüyüp gitti. Oysa bilseydi Mimi'ye ne kadar benzediğini gidemezdi. Yürüyüşü, gülüşü bakışı tıpkı oydu...
Ne tezatlıktır ki Aslı'nın kulaklığından da şu şarkı sözleri yankılanıyordu;
"Utanmaz bir yağmurla
Nereye gidiyorsun?
Hep bu şarkılarla
Yüzünde korkularla
İçinde simsiyahlar
Nereye gidiyorsun?
Bu sahte baharlarla
Kıymetsiz dualarla
Utanmaz bir yağmurla
Yine mi gidiyorsun? "
Süreyya Hanım tüm kağıtları, resimleri bir defter arasına kaldırdı. Atılmazdı belki ama; hepsi kuru bir gül kaderine mahkumdular. Artık bu evde yeğenini üzecek bir şey kalmamalıydı. Ev artık hazırdı. Samet taburcu oldu ve tekrar evine geldi. Bedeninde geçirdiği sayısız krizin izi vardı. Kollarında ,yüzünde, zihninde. Hepsi başka bir acının hikâyesiydi. Teyzesi en sevdiği yemekleri de yapmıştı. İçeri girer girmez kokular karşılıyordu onu. Ve tabi tarçınlı havuçlu kek vardı en güzeli. "Döktürmüşsün teyzem" dedi neşe içinde. Bir taraftan da sımsıkı sarılarak. Anne yarısıydı sonuçta. "Sen seversin de ben yapmam mı oğlum" dedi yüzünü okşayarak.  "Hadi o zaman sofraya geçelim kurt gibi acıkmışım."
İştahla yemeğini yedikten sonra müsaade istedi Samet teyzesinden. Biraz dinlenmek istiyordu. Odasına girdi. Işığı yakmadan yatağa uzandı. Gözleri kapanıyordu ki bir ses ona fısıldıyordu. Dinledi. Sustu, bir şey demedi gülümsedi sadece. İlk kez huzurla uyuyordu yıllardır.
"Ben geldim Samet. Mimi'n geldi. Masalının kahramanı olmaya geldim. Artık mutlu günler senin. Çünkü bir dünya masalının kelimeleri ile geldim sana. Başımı koyup gönlüne, kalp seslerinden bir nokta koyalım hadi hayata. "


31 Ocak 2015 Cumartesi

Şemsiye 43 ( Mayıs )

Ben ki rüzgarlara karıştım adam.
Islak otobüs terminallerinde yüzünü aradım,
Bir parçanı bulurum diye edilmiş vedalarda.
Hangi hoşçakal taşır seni bilemedim.
Çünkü bir ben yıllar yılı taşırdım seni.
Başkaları çok güç.
Adam!
Sustukların yaşamının aslı.
Konuştukların ise kalp sancısı birer yalan.
Ben biliyorum da bunu, canım pek yanmıyor.
Eskiden olsa yanardı.
Küçüktüm.
Hamdım.
Pişmeden yanı verdim sonra.
Soğuklarda kim yanar ki böyle harlı?
Ben gibi kim alev alev gönlü bağrı?
Ah, adam sesinden yağmur düşüyordu ya hani
Kırlangıçlar dönüyordu kış ülkelerinden.
Sesinden bahar oluyordu ya mevsimlerim
Ben sesinde en çok mayısı sevdim.
Sustun ya hani, tüm kuşlar terk etti ülkeyi.
Yağmur Sesli Adam!
Sen de bıraktın beni.

29 Ocak 2015 Perşembe

Şemsiye 42 ( Mimi İle Bir Dünya Masalı - III -)

İlk iki hikaye için buraya tık:


"Durumu nasıl Doktor Bey?"
"Dün gece yine büyük bir kriz geçirdi. Sakinleştirici iğne yaptık, uyuyor. Geçmiş olsun tekrar."
Doktor gidince Süreyya Hanım bir sandelye çekip yatağın kenarına oturdu. Kaç kere daha buraya oturacaktı bu şekilde? Beş altı yıldır aşındırmışlardı hastane yollarını. Son bir yıldır ise artık yatılı gördüğü tedavilerin sayısı artmıştı Samet'in. Solgun yüzünü okşadı Süreyya Hanım yeğeninin. Kimsesi yoktu teyzesinden başka. Ne annesinin ne de babasının ölümünü kabullenememişti. Annesinin ölümü ise onun için büyük bir travmaydı. Hep babasıyla onu bırakıp başka biriyle evlendiğini düşünmüştü. Doğrusunu asla kabul etmemişti. Zaman geçtikçe iyice içine kapanık bir çocuk olmuştu. Çok zekiydi bunun yanında...
Gözlerini araladı hafifçe. Geçirdiği krizler yüzünden bedeni bitap düşmüştü. "Su..." diye inledi. Süreyya Hanım hemen sehpanın üzerinde duran sürahiden su doldurdu. Başını hafif kaldırıp içirdi suyunu .Başını yastığa koyduğunda ne oldu bana dercesine baktı teyzesine. "Yine kriz geçirmişsin yavrum. Ama bitti bak, iyisin çok şükür." 
"Eve gidecek miyiz teyze?"
"Bir müddet daha burada kalman gerek Samet. Sağlığın için buna mecburuz."
"Anladım." deyip yüzünü cama döndü.
Kendi kendine mırldanmaya başladı. Bunu gören Süreyya Hanım ağlamaya başladı. Yavaşça odadan çıktı Samet ağladığını anlamasın diye.
"Bak Mimi'm, kaldım dört duvar arasında. Teyzemden başka kimsem de yokmuş onu anladım gelen giden olmayınca. Ama en çok senin yolunu gözledim. Öyle özledim ki. En son bizim apartmanın bahçesinde görmüştüm seni. Hoşçakal Samet kendine çok iyi bak deyişin hâlâ kulaklarımda. Senin için hoş kalmaya çalıştım ama dinlemedi bedenim beni. Affet... Bir hafta daha burdaymışım. Gelir misin ziyaretime? Sen gelirsen ben hemen iyileşirim ki. Can gelir bedenime. Ruhuma ruhundan üfler misin? Sana gark olayım biraz... Sevgili Mimi'm. Beni ne zaman göreceksin? Bak buradayım. Mektuplarımla, şiirlerimle, aşk dolu yüreğimle. Sana niye Mimi diyorum biliyor musun? Küçükken bir oyuncağım vardı. Minik bir kuzu. Annem almıştı. Adını Mimi koymuştum bir masal kitabından esinlenerek. Annemden kalan tek anı. Annem gitti. Belki sen kalırsın yanımda. Belki sen bırakmazsın beni. Gitme diye Mimi dedim sana. Annem ol. Yoldaşım ol. Yarim ol. Ama sen en çok yara oldun bende. Adı sen olan o kadar çok yara hüküm sürüyor ki bedenimde...
Masallar mutlu sonla  biter değil mi? Sen de benim masalım olursun belki. Mimi ile bir dünya masalı... Senin ve benim olan koca bir dünya.
Mimi... Masal tadında ya seni sevmek hani; bu sefer gitme kal... Bir sevda bağışla bana... "

19 Ocak 2015 Pazartesi

Şemsiye 41 ( Hadi Bana "Tatile Çık" De)



"Hadi tatile çık" dese biri bana. "Her şeyi bırak ve biraz kendinle kal. Dünyanın tüm yükünü, yapman gerekenleri, sorumluluklarını, yorgunluklarını... Hepsini bırak. Bir sırt çantası yeter sana. Birkaç kitap ve de. "

Hiç düşünmeden kabul ederim. Öyle ihtiyacım var ki buna. Üç gün yeter. Belki iki gün bile.
Bugün bir hafta oldu dışarı çıkmayalı. Göğü içime çekmeyeli. Cam arkasından dokunmak bulutlara... Sanırım en acısı da bu. Bazen düşünüyorum da neden bunca çaba? Hayır yani istediğim hiçbir şeyi yapamadıktan sonra ne anlamı var ki sarfettiğim gayretin?  Sürekli kapitalist ve modersnist düzenin altında ezilmemek için didinip duruyorum. Okul bitsin. Meslek sahibi olayım. Para kazanayım. Bir dünya para verip bir düzine sınava gireyim  de formasyon alayım. Ne olur ne olmaz. Ama iki sayfa Kuran, tefsir okumaya nafile namaz kılmaya vaktim olmasın. Neden? Çünkü çok yoğunum.
Hadi canım. Dünyayı ben kurtaracağık zaten. Bir haftadır evde zombi gibi yaşarak hem de.Gökyüzümü, kitaplarımı, türkülerimi, ailemi, zamanımı dünyamı elimden aldınız teşekkürler!
Hadi bana TATİLE ÇIK de. Söz çıkacağım. 
*Nanet olası kapitalist düzenin katranından arınabilirsem tabi*

12 Ocak 2015 Pazartesi

Şemsiye 40 ( Bir Miyop'un Bir Günü )

Öncelikle kısaca  terimsel olarak bir açıklama yapayım size;

Miyopi uzağı görememe.

Astigmat ise bulanık görme. 
 
Soldaki sizin gördüğünüz, sağdaki ise benim miyopili gözlerimin gördüğü.


Peki gözlüklü  bir miyop olarak  24 saatim nasıl geçiyor?
Sabah kuş seslerinin cıvıltısıyla uyanıyorum. Gözlerimi  açtığımda her şey bulanık. Avuşturduğumda geçmeyen bir bulanıklık... Gözlüğü taktığım anda oturuyor her şey yerli yerine. Yaz günüyse şayet gün boyu gözümde yapış yapış bir ağırlık  hissediyorum. Güneş gözlüğü  gibi bir şey oldukça lüks benim gibiler için. Bu sebeple kısık gözlerle gezmek  alışkanlık oluyor. Kış günüyse yağmur kar fırtına bütün her şey, önce gözlük camlarıma uğruyor. Sürekli silmek zorunda kalıyorum. Soğuk ortamdan sıcak ortama geçtiğimde buharlanan camlar ise başıma bela. Hele ki kalabalık bir otobüs... Velhasılı gün içinde gözlüklü diye tanımlanabiliyorum. 
- Şu gözlüklü kızın yanındaki miydi geçen sana soru soran?
- Evet, evet oydu.

Gözlük bana yakışıyor mu  diye alıp deneyen arkadaşlarımın ilgisine de  maruz kalabiliyorum. Bir dostla sarılırken eğer o da  gözlüklüyse gözlüklerimiz mutlaka çarpışıyor. Artık refleks haline gelmiş bir hareket var ki o da sürekli gözlüğü  burnumun üstüne doğru  ittirme hareketidir.
Gün içinde bu tarz şeylerle boğuştuktan sonra burnumun direği iyice sızlamaya başlıyor. Çökmeye başlayan burun kenarları artık gözlüğü çıkar diye feryat ediyor resmen. Yatma vakti gelince gözümden çıkarıp bir kenara  koyuyorum gözlükleri. (Akşam nereye koyduğunu unutup bulamamak gibi bir durum da var ki evlere şenlik :) Yana yakıla zaten görmeyen gözlerle net görmeye çalışmak için gözlüğü bulmaya çalışmak. Al sana karmaşa,al sana sinir harbi :)) 
Bulanık bir âna merhaba! İlginç olan bir şey ise rüyalarımda hiç gözlük kullanmıyorum. Gayet şahin misali gözlerim oluyor. Ruh gözüm açık belki de B)

İşte böyle miyopi olmak... Bazen gözlüğü gözümde unutup yatıyorum. Eh olsun artık; yaklaşık sekiz yıllık seviyeli bir ilişkimiz var çünkü :) 
Gözlüğün  bazen havalı gösterdiğini düşünenler olabilir fakat  insanın gözlerindeki ışıltıyı kapatıyor. İfadesizleri gölgeliyor. Bakışları baltalıyor. 
Gözlerinizin kıymetini bilin. Şükredin Allah'a. Büyük bir nimet. 

KAMU SPOTU
Artık gözlüklülerle ilgili espri yaparken dikkat edin. Her yıl binlerce gözlük kullanan masum  insanlar " dört gözün var daha iyi görürsün puhaha", "ehehe silecek taktırsana gözlüklerine" tarzı iğrenç esprilere maruz kalıyor. Dilinizin ucunda ölüm var!.

Şemsiye 85 ( Gökteki Sarı Balık 14)

YA TAHAMMÜL YA SEFER MUSTAFA KUTLU Tahammüllerimizle yaşıyoruz. Hayatımıza öyle yön veriyoruz. Tahammül etmediğimizde sefer kaçınılma...