26 Nisan 2014 Cumartesi

Şemsiye 15 (Susmayın Bayım!)


Ah çocuklar, bayım! Ne kadar da masumlar... Ölmesin onlar. Onlar ölürse insanlık ölür değil mi? Savaşlar! Savaşlar onlara göre değil. Açlık da. Minik bedenleri nasıl dayansın? Meleklerle yoldaşken oysa onlar. Bayım, çocuklar oynamalı dünyanın tüm oyunlarını. Hani dövüyorlar ya onları, eziyet ediyorlar. Bombalar yağdırıyorlar gökyüzünden. Şeker yağmalı bence. Ne yetim kalmalı, ne öksüz, ne evsiz. Çocukları sevmeyen kimseyi sevmez. Kendini bile. Hz. Peygamber’i torunu Hasan’ı öperken gören biri “Benim on çocuğum var onlardan birini bile öpmedim” dediğinde Resulullah’ın verdiği cevap manidardır. “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz!” Allah’ın rahmeti çocuklara bağlıyken dünya neden bu kadar kirli? Neden merhamet yoksunu milyonlarca insan var? Anlayamıyorum gerçekten. Evet, Bayım çocukları da alıp gidebileceğim başka bir dünya var mı acaba? Bulutları pamuk şekerden olsun mesela. Ağaçları çikolatadan. Sadece masal kitapları olsun ve iyi çizgi film kahramanları. Çocuklar çocuk gibi büyüdüklerinde insan olabilirler ancak. Eğer yetişkinlerin bile taşıyamayacağı yükleri yüklenirlerse, büyüdüklerinde acımasız olur onlar da.
Susmasanıza Bayım! Var değil mi böyle bir dünya? Hadi eğmeyin başınızı. Kaldırın ve bana gerçeklerden bahsedin. Hala biraz umudun olduğunu anlatın..

zifiRi



18 Nisan 2014 Cuma

Şemsiye 14 ( Bisiklet )

          Bisiklete binmeyi bilmiyorum. Evet, bu yaşıma geldim ve bilmiyorum. Küçüktüm, yalnızdım. Utandım, kimseden isteyemedim öğretmesini. Utangaç bir çocuktum, hala da öyleyim. Babam vardı bisikletim yoktu. Bisikletim oldu, babam gitti. Önce çocukluğumdan, sonra gençliğimden…  Bisikletle kala kaldım öylece. Küstüm. Çamurdan kurabiye yapmakla yetindim. Sustum. Önce babama, sonra dünyaya… Suskunluk iyiydi. Peygamber karakteriydi hem de. Olsun gitmem ben de Adalar’a. Deniz kenarında yürür, martılarla hasbihal ederim. Yollarla tanış olurum. Kaldırım kenarlarında dengede durmaya çalışırım. Ellerim iki yanda, rüzgar arkamda, kanatlanmaya çalışırım.
          Mavi bir kelebek olurum. Hayat da zaten bir günlük... Bugün var, yarın yokuz. Çokuz bu  dünyaya. Yükselirim semaya. Pofuduk bulutlara oturup ayaklarımı sallarım mavilere. Yoruluncaya kadar uçarım. Gitmediğim ülkelere giderim. Binlerce kuşla, yağmur bulutlarıyla arkadaş olurum. Canımı yakan ne varsa, gücümün yetmediği; atıveririm hepsini. Önce yarı yolda kalmışlıklarımı, sonra sırasıyla aldanışları, kıskançlıkları, kaçışları, yalanları, ziyanları, bekleyişleri… -Tüm bunlarla yaşamak ne kadar da zormuş meğer. Meğer hüznün harfleri asılmış yüreğimin sayfalarında. Her yer kan revanmış. -
         Yüküm hafifleyince kanatlarımın feri gelir. Erguvanlar, papatyalar, gelincikler, sardunyalar benim olur. Küçük mavi sessiz kelebeğin… Kelebeğin ömrü bitince, uyanırım bir rüyadan. Gülümserim… Tebessüm sadakası fakir kalplerin… Sanki gülünce tüm yaralar iyileşecekmiş gibi… İyileşecek değil mi?

zifiRi



15 Nisan 2014 Salı

Şemsiye 13 ( Rüyamın Dizeleri )


          Bir güvercin kanadı çizerim duvara, Bir gelincik yaprağı..Bir sevda salını verir kirpiklerimin yamaçlarından...Bir şiir söylerim kendi kendime geceleri uykum kaçar da... Bir çocuk hayal ederim, mutlu. Bu hayat ki besbelli yoruyor insanı... Çocuklar yalnızca hayallerde mi umutlu? Nicedir buğday tarlasında koşmaktır isteğim. Kollarımı açıp da rüzgarlarda savrulmak... Nicedir... Nicedir sevmektir istediğim. Öyle bir sevmek ki yıldızlarla kucaklaşmak sonunda...Nicedir... İsteğim... Çok aslında....
İnsan neyi çok yaşamak istiyorsa ona geç kalıyor sanki. Bunu öğrendim zaman geçtikçe. Ömrümün kıyısında kaldı gülüşler. Sığ denizlerde boğuldum. Ölmedim ama, bir deniz kızı tarafından kurtarıldım.Hayata yeniden başladım. Kaçıncı bahar bu ceplerimde biriktirdiğim? Menekşeler açtı parmak uçlarımda. Yağmur ağladım sonunda.Şemsiyem yoktu ıslandım. Ziyanı yok ıslanmanın. Yeter ki kaybolmayayım Zifirim'in kuytularında.Yeter ki varmayayım içimin uçurumlarına. Uçurum demişken bir şiir görmüştüm rüyamda. Şöyle diyordu mısralarda;
        "Bu şehir çok kalabalık seni bulamıyorum...Çok fazla insan çok fazla koku çok fazla ses var...Bir tek sen yoksun... Belki bu şehirden çoktan gittin onu dahi bilmiyorum...Yüreğim çok kalabalık seni bulamıyorum. Çok fazla acı çok fazla çığlık çok fazla karanlık var. Eğer bir gün içimin uçurumlarından kurtulursam sana ulaşacağım... Seni bulacağım ve haykıracağım yüzüne;neden yalnız bıraktın beni? Bunca ağır yükle... Bu koca sevdayla...Sonra içimde sen yokken biriktirdiğim ne kadar gözyaşı varsa salıvereceğim üzerine yağacak.. Öyle ki boğulacaksın.Binlerce iz bıraktın ruhumda. Binlerce yara. Ve o kadar çok anı var ki bu şehirde tam iyileşecekken yine kanıyorum...Yine yeniden. Her seferinde daha da artarak.. Bu şehirde boğuluyorum..."
       Uyandığımda ıslaktı yanaklarım. Bir rüyadan değil bir gerçekten uyanmıştım sanki. Bir sevdadan açmıştım gözlerimi.Ben koca yürekli küçük kızdım aslında. Hala uçan balona binmek, bir bahar gecesi gökyüzüne dilek fenerleri salıvermek isteyen.. Ben hala siyahım aslında hala biraz mâvi...

21 Mart 2014

 zifiRi

Şemsiye 12 ( Aşk'ın Çözümlemesi )

        Ateş böcekleri geceleri aydınlattığı ışıklarını güneşten alırmış. Başka kim uçsa güneşe, kanatları yanarmış. Ateş böcekleri ise aşka uçarmış. Yanmak kimin umurunda?
Artık ateş böcekleri yok eskisi gibi... Aşklar da yok... Ateş böcekleri tükendiği için mi artık aşklar da tükeniyor? Ya da günümüzde çok mu fazla kalpsiz insan var...
Açık uçlu sorularım başa bela. Aşk arapça sarmaşık demekmiş. Sardığı şeyi öldürürmüş ağu misali. Sahi ağuyu bilir misiniz? Zehir demek. Bitkisi de var hatta kırmızı çok güzel zehirli meyveleri olan. Değse cildinize yakıp kavurur. Kaşıntıdan ölmek istersiniz.. Işte aşk da böyle görünüşe aldanmamak lazım. Hoştur güzeldir. Lakin insanın yüreğine kor düşürür... 
Peygamber Efendimiz'in(Sallallahu Aleyhi Vesellem) aşkı hep kördüğümdü Hz. Âişe'ye. Şimdilerin aşkları aşıkların boyunlarında urgan. Hepsine intihar süsü verilmiş... Aşka besmele çekiyorsan arkadaş, öyle ardından beyhude sözler etmeyeceksin. sarmasığı sulayacaksın yönünü kendin belirleyeceksin ki harama sapmasın, zehirlere bulaşmasın...
          Beton yığınlarına karışmışız. Gökyüzünü göremiyoruz. Küçükken abimle inekleri otlatmaya giderdik. Oraya, yeşil fındık dallarının hemen altına uzanır kollarımızdan yastık yapıp gökyüzünü seyre dalardık. Bulutları bir şeylere benzetirdik. Mutluluk buydu... "Durma göğe bakalım" diyor ya Turgut Uyar. Son günlerde her yerde rastlıyorum bu dizeye... Gökyüzünü bulamayanlar ne yapmalı.. Sevdiğini karşısına alıp yüreğini gök saymalı..

            Bu arada martılar nasıl var mı onlardan bir haber?

 12 Şubat 2014

zifiRi


Şemsiye 11 ( Güvercinler Neredesiniz? )


           Gönlümde artık güvercinler uçmuyor anne!
           Koca bir şehrin ağırlığı var üzerimde… 

        Belki de böyle diyordu çocuk veya genç adam. Yaşını bilemiyorum. İlahiyat fakültesine yürüyerek gidenler bilir. Yaz kış yolun sol tarafında, hastanenin önünde katlanmış karton bir koli üzerinde oturuyor.
Üzerinde hep aynı kazak var ve hep aynı ayakkabılar. Farklı olan ise kulağında büyük bir kulaklık var belli ki bozuk. Hep orada, hep o caddede, genellikle de hastanenin önünde. Yaklaşık 4 yıldır o yoldan geçiyorum günde iki kere. Merak ediyorum ne olduğunu, neden orada oturduğunu, neden hiç konuşmadığını ve kulağındaki o kulaklığı… Yaralı belki gönlü. Belki hasta. Kışın o soğuklarda nerede kalıyor kim bilir… Bedeni 13 yaşında bir çocuğu andırıyor, yüzü 25lerde. 
Vakit geceden bir parça. Garip bir sessizlik var kahkahalar içinde. İnce bir baş ağrısı… Huzur mu? Bilmem. Var biraz, yok bazen…
Sahi annesi nerede onun?
Ninni söyler miydi ki oğluna?
Oğlunun gönlüne bebekken güvercinler salı vermiş miydi?
Belki de…


10 Aralık 2013

zifiRi 


Şemsiye 10 ( İlk Tanışıklığım Kalem Kâğıtla)


Kalemi kağıdı ilk tanıdığımda 15 yaşındaydım.
Bir Darulaceze ziyaretinden sonraydı...
Doldu taştı içim...
Ne yapsamdı ne etsemdi?
Yazmaya karar verdim... "
Acizler Evi"ni. Onları…
Yalnızlıkları, acıları, kimsesizliği…
Düşünüyorum da benim derdimden daha büyük dertler var...
Daha büyük acılar...
Her yüreği yanan en büyük yangın kendininki sanıyor...
Ama Allah kuluna taşıyamayacağı yük yüklemiyor.
Diyor "innallâhe meassâbirîn..."
Bir kapı aralanıyor böylece...
Dertler bitmiyor ama insanın yüreği rahatlıyor.
Çünkü O beraber dertlilerle...

10 Kasım 2013

zifiRi

Şemsiye 9 ( Yara Bandı )


Yara bantlarına güven olmazmış onu anladım.
Siz ince ince sızlayan yaranıza onu yapıştırırsınız.
İnanırsınız ki o yaranızı sarıp sarmalayacak sizi iyileştirecek.
Ama öyle olmaz hiçbir zaman.
Güveninizi kazanır bir süre yaranıza deva olur.
İyi gelir size. Ve bir gün ansızın terk eder! Birdenbire!
Kime hesap soracağınızı bilemezsiniz.
Artık yaranızla yapayalnız kalmışsınızdır çünkü.
Yara bandının tek bahanesi yapışkanlığını kaybetmesidir, size tutunmaz o yüzden.
Sizi iyileştiremez. Mutlu edemez...
Yara bantları böyledir. Duygusuz acımasız...
Siz daha sonra bin bir çeşit yarayla tek başınıza savaşırsınız...
Gönül yarası, aşk yarası, hasret yarası.. Kimi kağıt kesiği kimi bıçak...
Tek çare kanaya kanaya iyileşmesi belki de tüm yaraların..

 2 Kasım 2013

zifiRi


Şemsiye 8 ( Yıldız Şehri )

Başım yastıkta…
Kalbimse bir yıldız şehrinde...
Yıldızlar ilk defa bu kadar yakınlar bana.
Elimi uzatıyorum parmaklarım aydınlanıyor.
Minik pırıltılar saçılıyor etrafa. Ben gülümsüyorum..
Sonra kendimi bir anda bir salıncakta buluyorum.
İpten bir salıncak. Çocukluğumdaki gibi hani.
Sahi çocukluğum bilmiyorsun değil mi?
Küçük bir kız çocuğu iken çilek toplar sonra da onları uzun bir ota dizerdim.
Sonra da yavaş yavaş her çileğin önce alemine gider sonra da onu afiyetle yerdim.
Çamurdan bir dünya yapardım.
Ellerimle şekil verir güneşte kurumaya bırakırdım, tıpkı şimdi yaptığım gibi.
Tek farkla; o zaman ki oyundu şimdi ki koca bir yaşanmışlık... Koca bir gelecek...


31 Ekim 2013

zifiRi



Şemsiye 7 ( Zifiri'ymişim )

Mâvi'den zifiRi'ye yar olmayacağını öğreneli çok olmadı.
Ben ki alışmışım karanlığa.
Ben ki daha önce vurulmamışım hiçbir renge.
Oysa mâvi başkaydı.
Deniz vardı gökyüzü vardı mâvi kelebekler vardı kırlarda uçan.
Benim ise ateş böceklerim vardı yalnızca.
Onlarla ısınır onlarla aydınlanırdım.
Bu yüzden yüzmeyi hiç öğrenemedim, uçmayı da...
Karanlık gecelerim vardı benim katran karası şiirlerim...
Mâvileri terk ettiğimde henüz 21yaşında idim.
Karanlığa geri döneli...
"Mâviler bana göre değilmiş anladım..."
Son mektubumda da aynen böyle yazmıştım;
"Mâviler bana göre değilmiş..."


18 Ekim 2013


zifiRi



Şemsiye 6 ( Kelebek Tozu )

Genç kız katladı kâğıdı usulca ve koydu zarfa. Sonrasında yumdu gözlerini ve salıverdi kendini bekleyen rüyaya.
Genç adam açtı zarfı usulca ve katlanmış kâğıdı aldı eline. Önce yutkundu iyice yerleşti oturduğu yere, okumaya başladı:

“Bugün sus ve sessizce dinle beni. Bugün,  doğdun sen. Tekrar hoş geldin hayatıma. İyi ki geldin…  Öyle sevdim ki seni.  Ağlayacak kadar. Acıyacak kadar. Yalnızlığa gömülecek kadar.  Evet yalnızlık! Sen ne kadar uzaklardaysan ben o kadar yalnızım işte. O kadar acı çekiyorum. Bu acıyı başka şeylerle bastırmaya çalışıyorum. Gülüşlerim anlık. Mutluluklarım zamanlık. Ve sen! Neden bunca kalabalıklar içinde yalnız bırakıyorsun beni? Evet, bugün doğum günün ve ben senelerin hasreti ile yazıyorum doludizgin. İçim sen dışım sen her yanım sen dolu. Beni biraz gör olur mu gör ve hayal kuralım birlikte. Bulutları seyredelim yeşil çimenlerde. Zakkum tadında olmasın hayat. Bu sana bağlı. Yüreğimi sana bağladım ben ve kilitledim tüm kapıları. Artık ne sen gidebilirsin bir yere ne de ben çıkabilirim.
Bu hasret korkulu bir rüya.  Biraz sabır! Biraz dayan. Bak ben yanındayım. Yetmez mi? Kalbindeyim. Ben senin hep küçük kedinim. Ya hiç olmasaydım, hiç gelemeseydim sana? O bana bakan yüreğini hiç göremeseydim? Ne olurdu, nasıl olurdu? Yaralı bir kelebektim ya hani ben, kanatlarımdaki tozları yüreğine serpmiştim ve infilak etmişti tüm acılar oracıkta.
Ne olur gitme kal! Ben çok güçlüydüm her şeye gücüm yetti de bir şu ayrılığa güç yetiremedim. Başaramadı, ince kaldı bileklerim. Gücümün yetmediği yerde sen yok musun? Sen benim sağ tarafım değil misin? Bir kış günü bulduğum güneşim. Sonra bir bahar mevsiminde kavuştuğum kiraz çiçeğim.
Ne olur tut yüreğimden. İhtiyacım var benim sana, bir o kadar da senin bana. Bensiz yapamazsın biliyorum. Ben gidersem savrulursun yalan rüzgârlara. Eski boşluğuna geri dönersin. Bu yüzden kal yanımda. Dizimin dibinde. Yüzünü seveyim, gözlerine bakayım Rabbimi bulayım, şükredeyim O’na. Bugün… Doğdun! İyi ki doğdun ve benim oldun Rabbim bağışladı seni bana eşim oldun! Gülen yüzüm, seven kalbim, neşem, sevdam, hasretim, öfkem, kıskançlığım, Karadeniz oldun Akdeniz ve biraz da Ege oldun yüreğimde. Hırçınlığım oldun Karadeniz gibi. Yaz güneşim oldun Akdeniz gibi. Ege oldun uzaklarımda. Sen çok şey oldun bende farkında mısın? Daha bu neyin suskunluğu, neyin kırgınlığı, neyin acısı… Sorular… Sorular… Evet, cevapsız o kadar soru var ki… Kulağımda yine birlikte dinlediğimiz şarkılar.
            Ey çocuk! Sen bana doğdun. Bende doğdun. Siyah bir günde aydınlık oldun. Ne de iyi ettin sıcacık çayım oldun. Yanında bir de simit. Güzel gider değil mi? Yarısını vapurla karşı yakaya giderken martılara atarız. Denizde çıkan o köpüklü ize bakarız. Elma şekeri almayı unutma gelirken. Mavi kanatlarım da olsun yan cebinde. Takıp uçarız özgürlüğe. Azad ederiz kendimizi bu tutsaklıktan. Eflatun hayallerimize uçarız. Akdeniz turuna çıkarız. Şelalelerin arkasındaki o karanlık mağaraları keşfederiz. Minik ellerim büyük ellerinde kaybolur da kış soğuklarında ısınırız…
            Dualar biriktirdim biliyor musun sana. Her secdeden sonra adını andım.
Zaman inat eder küçük bir çocuk gibi.  Ayağını direr ve alabora olur bütün gemiler. Herkes olmaz dedi. Olamayacaksınız siz birlikte mutlu!

Devşirdim aklımı başıma ve seni daha çok sevdim.
            Yine ve yeniden doğdun bugün sen…
Karalanmış bir defter çöpte artık. Zalim insanlar yok, arabozucu, mutsuz kılıcı, can yakıcı. Yeni yaşında yeni bir hayat armağan ediyorum sana. Kapat gözlerini ve kabul et. Özümse en derine kadar. Unut geçmişi. Unut yalanları. Unut günahları. Esefle kına hepsini. Kaç kaçabilirsen en uzaklara onlardan. En uzaklarda ben varım.  Koş hadi! Nefesin olurum ben senin. Kanına kan olurum canına can!
Meşe yeşili bir bakışım kalmış sende zifiri bir karanlıkta gördüğün…  Al onu, bas bağrına. Bu gece on ikiyi vurduğunda saat, yeni hayatına başla. Sahtelikleri at! Nefsini darağacında as. O’na yaklaş. Abdest elbiseni giy üşüyen bedenine, kıyama dur. Yeni bir hayata tekbir getir: “Allahuekber…”

Mektup bittiğinde yüzündeki gölge, kalbindeki perde kalkmıştı genç adamın. İnsafa gelmişti içinde yaşayan ikinci insan. Tuttu elinden ve abdest aldılar benliğiyle. Durdular kıyama. Yeni bir hayata… “Allahuekber!”

23 Ocak 2013

zifiRi




Şemsiye 5 ( Ölüyoruz. Galiba... )

              Kış… Geçiyor öyle böyle. Bahar en sevdiğim mevsim olsa da kışın yeri de ayrı tabi. Yeni eldiven de aldım kendime ya, kış ayrı bir güzel…
O sıkıcı mı sıkıcı sınav maratonundan sonra tatil gerçekten iyi geldi. Ama niye bu kadar hızlı geçiyor ki? Kaldı mı şurada iki hafta. Sonra ver elini Sakarya.
İnsanın evi gibisi yok. Hele istediğin zaman yemek yemek ve bedava sınırsız çay içmek, pazartesi kuru fasulye-pilav yemek zorunda olmamak muhteşem.
İstediğin saatte yatıp istediğin saatte kalkmak da cabası…  Yine de özleyeceğim şeyler mutlaka olacak tabi…. Bir de ben iyice değiştim ama. Yok, örgüydü yok şişti yok tığdı. Neler oluyor bana?  21. Yaş bana yaramadı sanırım, yaşlılığın ilk belirtileri…
                Mehmet Ali Birand da vefat etti.  Uğur Dündar’a nazaran Birand daha iyiydi sanki. Adam neşeli ve komikti en azından. Tüm siyasetçilerin, gazetecilerin ve televizyoncuların cenazede bulunması da bunun kanıtı sanırım. Ama elbette birkaç aya Birand da diğerleri gibi unutulacak. Ölümün çaresi yok ne yazık ki.
Ama bazı zalimlerin ölümü de masumlar için elbette en büyük sevinç…
Bu konuya gelmemin sebebi de “Şubat” diye bir dizi. Dikkatimi çekti ilk kez baktım öyle. Bakmaz olaydım, sonrasında Sabah öldü. En çok da onu sevmiştim. Masum, günahsız…
Kaçımız günahsız ki bu dünyada? Kaç kişi tertemiz? En azından basite aldığımız artık normalleşmiş “GIYBET”… Kardeş kardeşin katili… Ölmüş kardeşin eti dişlerinde, iştahla çiğneniyor çiğneniyor ve kardeş geldiğinde de yutuluyor hiç utanmadan, belli etmeden, tiksinmeden…
Rabbim affetsin…
Ya işte böyle muzdarip olduğum konular da var...
Bunların dışında çok fazla hasret, kırılmışlık ve acı var aslında. Gönlümün derinlerine bastırdığım benim bile bilmediğim.  Tan yeri yanar alev alev. İçim yanar… Bir ezan ferahlığı sonrasında. Bir dua…
Bir soru: Babam nerede? Suskunluk… Senelerin özlemi… Yastığımın altında bir resim. Ve aynı resim küçük erkek kardeşimin de minik ellerinde… Takvime bir çentik daha. Gelecek ki yakında… Gelecek…

19 Ocak 2013


zifiRi

Şemsiye 4 ( Mum; Işılda Sonsuza Dek! )

Bugün… Doğmuşum bugün… İyi ki mi doğmuşum yoksa keşke doğmasa mıymışım? Kim bilir…
Bir şey fark etmedi sanki. Ben yine aynı ben. Sadece sol yanağıma bir çentik daha attı hayat. Ömrümden bir yıl daha çaldı. Geçen sene bugün yine hayat telaşıyla geçmişti. Uyudum uyandım. Üfledim mumları, söndürdüm 20. Yaşımı. El salladım gülerek. Hoşça kal dün dedim. Hoşça kal Ben! Çok sevdiğim vardı.  Yalnızca bir kısmı yanımdaydı. Gerisi uzak!
Pastamın üzerinde ışıldayan 3 tane mumun ışıklarında bir şeyler çarptı gözüme geçmişten.
 Bayatlamış ilişkileri gördüm. Çirkeflikler, çirkinlikler… Dostları gördüm. Ailemi… Annemi babamı abimi büyüyen ama gözümde hala küçük kardeşimi. Ailemize katılmak için her geçen gün biraz daha büyüyen o minik bebişi… Geçmişin ışıklarında az çok geleceği de gördüm. Her sene o kadar çok şey değişiyor ki hayatımda günlük. Bazen alt üst olurken hayallerim bazen her şey muhteşem gidiyor. Bazen çok kızıyorum herkese. Bazen çok seviyorum. Canımdan çok sevdiğim insanlar oluyor. Kimseyle paylaşamadığım… Bir de ne kadar uğraşsam da içimin ısınmadığı…
Okul… Okul çok şeydi benim için. Çok şey öğrenecektim. 3. Senede anladım ki bazılarının ego tatmininden başka bir şey değilmiş. Çıkarcılıktan haksızlığın diz boyu olmasından… Herkesin yüksek not için kendini parçalamasından. Etüt odası- Ben- rahatsız bir sandalye ve yine rahatsız kalptan ibaret oluyor hayatım. Evet, koca bir sene tam da böyle geçiyor. Artık kitap okumak istiyorum. Bu yeni yaşımda günlük, kitap yazmak istiyorum. Sınav ve ödevlerle boğuşmaktan yoruldum. Ben eleştirebilmek, sorgulamak, tartışmak istiyorum. Ben koyun gibi o sıralarda oturup dinlemek istemiyorum.
Yurt… Her şey iyi hoş bazen. Ama haksızlık burada da var. Yan odanın gürültüsünden bıktım usandım. İnsanlarda neden anlayış yok? İnsanlar neden çevresini düşünmüyor?  Yemekler neden hala kötü? Ben sevmiyorum mesela tabağımda aynı anda yoğurt makarna ve tavuk olmasını. Ama neden almak zorundayım ki hepsini tabağıma? Neden hayatım zaten bu kadar karışıkken bir de yemeğimi karıştırayım? Anlayamıyorum gerçekten…
                Doğdum. Çocuktum. Koştum, koştum büyüdüm. Yine büyüdüm. Artık yürüyorum hayallerime. Zamanı değiştirme  şansım olsaydı. Bir şeyleri ileri ya da geri alma.
Gelecekteki birilerini çok özledim. O yüzden istiyorum bazen 21,22,23 … olmayı.
Geçmişte birilerini  çok özledim. Yaşanılan onca güzel şeyi. Hayatın yıpratması olmaksızın. Onulmaz yaralar açılmaksızın… Vedalar; onlarca vedalar olmaksızın. Her seferinde yaslayıp otobüs camına başı ağlamaksızın…
Bir zamanda bir şeyleri, birilerini çok özledim…

 28 Aralık 2012

zifiRi

Şemsiye 3 ( 3. Dünya Savaşı )

Yüreğimi başka bir yürek için feda ettiğimde başladı her şey. Bir savaş başlattım, o yüreğe karşı herkese. Topyekûn savaştım. Gözyaşlarımı koydum ortaya. Normale göre küçük sayılacak bedenimde büyüttüğüm bir sevdayı koydum. Çok yara aldım… Çok kanadım… Çok ağladım… Savaş çok zormuş onu anladım. Bir yürek için özellikle… Her şeyden haberi olup hiçbir şeyin farkında olmayan bir yürek için…
Tek başıma kaldım. Çok yalnız kaldım! Ve her seferinde başka bir avuntu buldum kendime. Bir resim, bir şiir, kurumuş bir gül, bir çakıl taşı… Özledim! Bazen delirircesine…
Uzaklar… Ulaşamadım oralara. Bir otobüse atlayıp da gidemedim dönmemecesine. Bu acıya bir son veremedim… Ruhumda binlerce his barındırdım da birine sözümü geçiremedim. Nefret, aşk, hasret, kıskançlık…

Savaş bitmiyor. Gücüm kalmıyor… Ben de istiyorum sıcacık battaniyeme sarılıp dışarıda yağan karı izlemeyi. İçimdeki savaş buna izin vermiyor. Ne zaman parmak uçlarıma bir kar tanesi konsa bir bomba düşüyor ardından…

Bir kar yağıyor, içimde binlerce Esra ölüyor… Bir yağmur yağıyor içimde binlerce Zifiri tekrar karanlığına boğuluyor. Savaş dinmedikçe mevsimler bana iyi gelmiyor…
                Kiraz çiçekleri altında bir bank!  Hafif bir rüzgar esiyor ve parmak uçlarıma bir kiraz çiçeği düşüyor…


21 Aralık 2012

zifiRi



Şemsiye 2 ( Zaman Demişken )

Zaman ne garip bir olgu… İnsanlar geliyor dünyaya… Ağlıyorlar. Oynuyorlar. Okuyorlar. Geziyorlar. Kızıyorlar. Aşık oluyorlar. Okuyorlar. Aşkları için mücadele edip acı çekiyorlar. Ağlıyorlar. Gülüyorlar. Evleniyorlar. Çocukları oluyor. Bir müddet sonra sıkılıyorlar. Çok çalışıyorlar. Zengin oluyorlar. Tekrar evleniyorlar. Yiyorlar içiyorlar. İzliyorlar. İmreniyorlar. Nefret ediyorlar. İnsanlar her şeyi düşünüp hissediyorlar. Acı çekip çektiriyorlar. Çok çabuk unutup hayata devam edebiliyorlar. Yaşlanıyorlar. Hak ettiklerini bulup ektiklerini biçiyorlar. Yalnız kalıyorlar bazen. Ağlıyorlar. Ölüyorlar…
İnsanların bu kadar çabuk unutması da çok garip be günlük. Nasıl olur? Nasıl unutulur? Hoş insan kalu belada Rabbine evet dediğini unutmuşken şu fani hayattaki şeyleri neden unutmasın?
Ben bu konuya nasıl geldim? Neyse diyecektim ki aslında Facebook ne hale geldi ya da insanları ne hale getirdi? Bundan beş sene önceydi. Henüz kimse Facebook’u tam olarak kullanamıyordu. Ne düşünüyorsun kısmına aradığı insanın adını yazıp rezil olanlar vardı. Daha sonra yavaş yavaş vesikalık fotoğraflı hesaplar türemeye başladı. Önüne geçilemiyordu. Altmış yaşındaki amca torunu yaşındaki kıza mesaj atıyordu. (itiraf ediyorum o kız benim :/ ) Başka bir adam Facebook kullanan karısını kıskanıp otuz beş yerinden bıçaklayıp kaçıyordu. Bir ara bunalımdaki ergenler boy gösterdi. Tüm acıklı aşk şarkıları onlar için yazılmıştı sanki. Birbirlerini etiketleyip ağlaşıyorlardı. Gün geldi “for istiyorum genşler” diye bir akım çıktı meydana. Resimlerini paylaşıp “adımı yaz for istiyorum!” gibi sözler sarf ediyorlardı.
Hey gidi günler hey. Artık o günler çok geride kaldı. Şimdilerde çevrim içi olmayıp sadece günlük dedikodulardan kim kiminle evlenmiş nereye gitmiş vesairelerden haberdar olmak için açıyorlar hesaplarını…
Bunu da tükettiler. Bozdular. Saptırdılar. Rahat olsunlar!
Ne diyordum zaman garip bir olgu... Dünya geliyor insanlara... Ve kalmıyor geriye hiçbir şey..

09 Aralık 2012

ZifiRi

Şemsiye 1 ( Kırmızı Pabuçlar ve Kış )


Ellerim bu kadar titrerken nasıl yazabilirim? Yüreğim çığlık çığlığa ve ben ölürcesine susuyorum! Kulağımda acıklı bir türkü. “Hey gidi Karadeniz! Doldi de taşamadi… Etmiyelum sevdaluk. Edenler yaşamadi…” Sevda neden bu kadar zor? Ayak uçlarıma kadar titriyorum. Yüzlerce sahne gözlerimin önünden geçiyor. Bilmiyorum. Şu dakikadan şu saniyeden itibaren hiçbir şey bilmiyorum. Bütün hayallerimi saldım ayrılık rüzgarlarına. 21. Yaşımın son demlerinde senelerce yorgunum! Günlük! Ah günlük! Günlerim gün gibi geçmiyor ki. Kızgınım… Çoğu insana, çok kızgınım. Bağırsam, yumruklasam duvarları. Ya da uyusam günlerce. İsyan etmiyorum. İmtihan diyorum. Hatalılar hatalarını anlayacak. Suçlular cezalarını çekecek…
Ben sadece çocukluğumdaki gibi yumiyum yiyip mısır çerezlerini dilimle ıslatıp büyük çerez kuleleri yapmak istiyorum. Camdan kaçıp o büyük armut ağacına çıkıp kendimi boşluğa salmak istiyorum. İnsanlar çok sevdiklerini neden bu kadar acıtıyorlar, yoksa sevmiyorlar mı?
Buğday tarlalarında koşmak iyi gelir belki.  Onların sesini dinlemek, uzanıp öylece bulutları izlemek… Yakmak istiyorum tüm mektupları resimleri. Silmek istiyorum yaşananları, En başa almak her şeyi. Bir tren garına… Sabahın erken saatlerine… Güvercinlere… Yüreğimin sancısı dinmiyor günlük! Şu zaman geçmiyor. Gülüşlerimin sahte olduğunu bir tek ben biliyorum. Mutluluklarımın kısa.. Cumartesi… Her cumartesi daha da kötü oluyor. Havalar daha gri… Yağmurlar daha sert... İnsanlar daha kaba, daha acımasız, daha yalancı!
Ben küçük bir kızım. Kırmızı pabuçlarım olmadı hiç. Babam salıncakta sallamadı. O soğuk demire yaslayıp da başımı sıramı bekledim usulca. Bir eksiklik vardı. Birileri yoktu. Sonraları anladım ve öfkem o zaman başladı. Şimdi de yok birileri. Şimdi de terk edilmişlik. Küçük kız yine aynı.
Neden bu kadar çok aşk şarkısı var? Aşk acı veriyorsa insanlar neden aşık oluyor insanlar?
Titremem geçmiyor günlük… Geçmiyor…

01 Aralık 2012

ZifiRi




Şemsiye 85 ( Gökteki Sarı Balık 14)

YA TAHAMMÜL YA SEFER MUSTAFA KUTLU Tahammüllerimizle yaşıyoruz. Hayatımıza öyle yön veriyoruz. Tahammül etmediğimizde sefer kaçınılma...