23 Nisan 2017 Pazar

Şemsiye 57 ( Sultanahmet Tablosu )

Tahmini olarak 17 senelik bir tablo bu. Babam İstanbul'dan getirmişti. Abimle karşısına geçip saatlerce bakmıştık.
Yakından bakarsanız havuzun yanında bir kelebek var. Onu biz tablonun bir parçası sanmıştık ki ejderha falan dediğimizi hatırlıyorum. :) Sultanahmet meydanında ejderha :)
Demem o ki çocuk olmak çok saf ve temiz bir duygu. Uçsuz bucaksız bir okyanus gibi. Altı başka âlem üstü daha başka...
İnsan olmak ise sığ sular.
Yaşamak o sularda yüzmeye çalışmak...
17 sene öncesinde suyun Ay'dan geldiğinde inanır karşıki dağın arkasında deniz olduğunu sanırdım.
Şimdi ise o koca meydanda insanlığın çöküşünü izliyorum.
Ejderhalar gideli çok olmuş...
Çocukluğum da öyle..


Bir hafta sonra gelen edit:
23 yıllıkmış meğersem. Bizzat babam söyledi.
Kendimi bildim bileli varmış zaar.

14 Nisan 2017 Cuma

Şemsiye 56 ( Hüma Kuşu )

İyi resim çizmeyi isterdim. Aynı şekilde iyi şarkı söylemeyi de. El emeği bir şeyler dikmeyi. Oysa benim diktiğim düğmeler bile hep düşüp kaybolurken. Yapabildiğim tek şey yazabilmek. Belki yarım yamalak,
Belki tekdüze. Kalem kağıt karın doyurmaz der nineme anlatsam. Öğretmen ol  kızım der. Öğretmen olmak bir kız için en mükemmel meslekmiş gibi emindir de bunu söylerken. Halbuki benim ruhumu doyuruyor yazmak. Şiirler dans ediyor içimde. Kelimeler el ele koşturuyor. Ortalık panayır yeri gibi. Veyahut renkli ışıklarla bezeli bir lunapark. Beceriksizliklerimi kalemimin mürekkebi ile gizlemeye çalışıyorum. Elimin ayağıma dolaşmasını. Yemeği ocakta unutmayı. Elimden düşürüp de bir tabak kırmayı. Sütü taşırmayı. İğne oyası bilmem ben. Elime de hiç yakışmaz zaten. Bir iğreti durur.
Ben beceremem öyle hanım hanımcık ev kızlarının yaptıklarını. Yapmam gerek elbet. Bilmem gerek..
Ama verin bana bir kaç kelime. Sayfalarca yazarım. Kuşlar kondururum her mısraya.
Her cümleye şarkılar söyletirim.
Resim çizemem belki ama herbir renge ayrı şiirler yazarım.
Mavi derim sonsuzluk olur.
Yeşil derim huzur olur.
Kırmızı derim karanfil, siyah derim benliğim olur.
Beceriksiz birinin telaşlı satırlarıydı bunlar.
Ve işte annem kızıyor.
Ah, hayır!
Hayallerim. Dibi tutmuş. Ev yanıyormuş. Koştum yetiştim suya tuttum. Annem söylendi bir sürü. Ben telaşla kurtarabildiğim hayallerimi kurtardım.
Yandım. Kül oldu bir yanım, zerrelere gark oldum. Efsanenin tekinden bir çift kanat ödünç aldım.
Ardından  küllerimden doğdum.
Kaf Dağı'nda sonsuzlukla yoğruldum.


13 Nisan 2017 Perşembe

Şemsiye 55 ( Bir Hüzün, Bir Şiir )

Bir kızıl hüzündü şimdi aklım.
Yeni bir hayata başlangıç hikâyesinin ilk satırlarıydı evet.
Öyle ürkek. 
Öyle suskun. 
İçine kapanıklığın sonuncu evresinde, zerrelerine ayrıldım yalnızlığın. 
Bir kızıl hüzündü şimdi aklım.
Hüzündü adımlarım.
Kızıldı avuçlarım. 
Bir'di yakardığım. 
Sonbaharın rengine aldandım!

10 Nisan 2017 Pazartesi

Şemsiye 54 ( Hakikat Uçurtması )

Hakikat uçurtmasını göğe saldım.
Elimde bir ip,  koşmaya başladım.
Sıradan bir koşmak değildi bu. Tüm benliğimle koşuyordum. Kalu belâda başlayıp kıyamette son bulacaktı.
Kimi zaman yavaşladım. Kalbim parçalanacaktı sanki.
O zamanlarda çok şey gördüm çok şey yaşadım.
Uçurtmanın kuyruğuna dek ulaşan bir sevdâ ile karşılaştım.
Fesleğen ferahlığı veriyordu bana.
Onu da aldım yanıma. Bir elimde ip,  bir elimde sevdâ.  Güç veriyordu adeta. Koş diye motive ediyordu beni.
Kış gelmişti. Günler çetindi. Uçurtma yere asla düşmemeliydi. Fırtınaya, kara, boraya, poyraza karşı zafer kazanmalıydı. Bunu benim elimle yapacaktı. O bir hakikat uçurtmasıydı ve onun yeri gökyüzüydü.
Öyle yorulmuş öyle üşümüştüm ki. İpi bazen fesleğene emanet edip ellerimi ovuşturarak ısınmaya çalışıyordum. Kardan bembeyaz olmuştum. Haki yeşil kabanımı şöyle bir silkeliyor iyice eskimiş botlarımı hafifçe yere vurup karlardan arındırmaya çalışıyordum. Bu sırada da soğuğu düşünmemek adına bir şarkı mırıldanıyordum. "der besten-i peymân-e mâ tenhâ govâh-e mâ şod hodâ
tâ în cehân ber pâ boved in aşk mâ bemâned be câ "
Bu şarkı bana hüzün verirken bir yandan da içimi bir sıcaklık kaplıyordu.
Derken uzaklardan güneş yüzünü gösterdi.
Uçurtmanın üzerindeki su damlaları birer elmas misali parlıyordu güneş vurdukça.
Bahar geliyordu evet. Hafif bir rüzgâr eşliğine salınıyorduk yeşil çayırlarda. Ben, fesleğenim ve uçurtma.
Yine çok yol almış çok şehirler gezmiştik.
Bir söğüt  ağacının altına oturu verdik.
Ağaç yeşermişti.
Gözlerimi açtığımda yeni bir dünya ile karşılaştım. Gökyüzünde sayısız uçurtma süzülüyordu. Şaşırmıştım. Nereden gelmişlerdi? Bu ne kalabalıktı? Gözüm kendi uçurtmamı aradı. Ah,  evet oradaydı. Sıkıca tuttum ipini.  Başka şehirlerde bıraktım baharları,  yürümeye koyuldum. Özlem yüklü kervanların arasında, bir muhacir gibi arıyordum şimdi  yitirdiğimi. Sesinin huzur  veren o tınısı kuşlara soruyordum.Ve tam boğazımda haykıramadığım sevdâ sözleri:
-Gurbet ellerinin yokluğudur sevgilim. Fesleğenler tutamaz uçurtmaları. Ellerin olmadan nasıl asılı kalır gökyüzünde bu sevda?
Gel! Fesleğenler şiire susadı, uçurtmalar ellerine, ben yüreğine..
Beni duymuyordu. Ses vermiyordu. Bana güç veren o mis koku artık yoktu. Hakikat uçurtmasını yorulduğumda emanet edeceğim aşk! Söylesene hangi diyarın bilinmez bir yerinde mahsur kaldın? Söyle kim aldı götürdü seni benden? Zincir mi vurdular sana? Yoksa çıkar gelirdin. Koşardın bana.
Ben ki bir başı dumanlı gezgindim. Sen gideli dinmez fırtınalarım. Sen gideli uçurtmamın gökyüzü zemheri. Savaş sonrası yıkıma uğrayan bir şehirim şimdi. Baksana halime. Yırtık üstüm başım. Saçlarımda kanlı silahların ağırlığı. Dudaklarımda şuursuz delice bir tebessüm. Gelmelisin. Şiirler kokusuz kaldı. Uçurtmalar ipsiz,  ben sensiz...

4 Nisan 2017 Salı

Şemsiye 53 ( Küçük Kayık )

Bir sahil kenarında ıssısz bir banktayım.
Sesler doluyor kulaklarıma.
Kanat sesleri.
İnsanlar yürüyor arka tarafımdan. Kimi ev kirasından bahsediyor kimi hastalıktan.
Deniz kenarında bunlar konuşulmamalı bence.
Susmalı insanlar.
Dalgaları seyretmeli.
Karabatakların dalışını.
Martıların çığlıklarını.
Güvercinlerin uçuşunu.
Susmalı dünya.
Küçük kayığı izlemeli.
Adı hasret olan.
Bir ninni söylemeli ona.
Bir dokunuş dokunmalı en sıcağından.
Dalga kıranın kırdığı o kısa dalganın yanağından öpmeli.
Gönlünü almalı tez elden.
Deniz kenarında hayat telaşı konuşulmamalı işte.
Susmalı.
Göğe bakmalı.
Gök ile denizin birleştiği o çizgiye.
O çizgide insanlar mutlu olmalılar belki de.


Şemsiye 85 ( Gökteki Sarı Balık 14)

YA TAHAMMÜL YA SEFER MUSTAFA KUTLU Tahammüllerimizle yaşıyoruz. Hayatımıza öyle yön veriyoruz. Tahammül etmediğimizde sefer kaçınılma...