"Ayrıldık adam"
Ne kadar basitti değil mi iki kelimeyi yan yana getirmek!
Oysa içinde kocaman bir çukur açmıştı.
Adam bir tarafta yalnız kalmıştı hayat diğer tarafta.
Ne denirdi ki bu cümleye?
Tamam mı ? Olur mu? Yapma bunu, acı mı?
Hiçbirini diyemedi. O susmayı seçti. Susup kendine dönmeyi.
Daha önce çok düşmüştü adam. Peki ya o biliyor muydu?
Ama hiçbiri ondan düştüğü gibi olmadı.
Çok yüksek ve ani.
Biri itmişti sanki boşluktan.
İtmiş ve çakılıvermiş oracığa. Dudaklarındaki gülümeseme bile yarım kalmış anlayamamıştı.
Ne olmuştu ona?
Nasıl ölmüştü?
Nasıl bitivermişti her şey?
Manasız ve belirsiz.
Tek hissediği şey acı.
Ve o bu acıyı maddi şeylerle anlatmaya çalışıyordu.
Ama bu anlattıkları çok küçük bir parçasıydı hissettiklerinin. Bin parçaya bölünmüştü. Hayalleri bir tarafta, umutlar bir tarafta, güveni, sevdası, kalbi başka bir tarafta. Savrulmuştu biriktirdiği onlu düşleri toprağa. Asit yağmurlarında ıslanmıştı her bir parçası . Yanmış bitmiş erimiş.
Düştü adam.
Ondan düştü.
Çok sert.
Çok ani.
Ona verdiği sözler vardı. Ben seni ömür boyu beklerimler ben sensiz yapamamlar.
O sözler nerdeydi şimdi? Neden bir toz bulutuna döndü? Neden bir kör bıçak olup saplandı göğsüne?
Söylesin biri nasıl geçecek bu acı?
Nasıl aldı ağzına ayrılığı? Ne kadar da incindi.
Hiçbir sevgi bu kadar kini hak etmiyordu. Hiçbir öfke bunca kalp kırmaya değmiyordu.
Son kez sıktı mektubu avuçlarında.
Sonra ayağa kalktı.
Düştüğü o derin kuyudan çıktı.
"Hiç" dedi.
"Koca bir hiç"
Bu kelime onun dirilişi idi.
Bir sabah vakti dirildi.
Adam.