5 Ağustos 2017 Cumartesi

Şemsiye 71 (Bir Adam Ve Bazı Evler)

Yine karanlık çökmeye başlamış güneş yavaş yavaş ufukta kayboluyordu. Ne zaman bir kadın eli değişmişti bu eve? Ne zaman gerçek yemek pişmişti mutfakta?
Her akşam aynı hüzün çöküyordu karanlıkla birlikte içine. Kalkmalı karnını doyuracak kadar pratik bir şeyler yapmalıydı. Yalnız yemek yemekten nefret ediyordu. Bir sese ihtiyacı vardı. Hemen karşısında bir eş bir dosta bir arkadaşa. Kendine yemek koyarken ona da koymak yesin diye ısrar etmek istiyordu. Yemezse darılırdı çünkü. Şimdi kime darılacaktı? Yalnızlığına mı?
Kalktı. Perdeyi araladı. Başka evlerin ışıkları yanıyor bacaları tütüyor gölgeler oradan oraya koşturuyordu. Onun gölgesi dahi onu takip etmiyordu.
"Şimdi bu saatte bazı evlerde sıcak sofralar kuruluyor" diye inledi. "Şimdi bu saatte bazı evler şenlik oluyor."
Nice zamandır kendi içinden kendi ile konuşuyordu. Sanki içine, o bedene hapsolmuştu. Tutsak benliği ile yaşamaya alışmış üzerine yapışan o "artık bir şey değişmeyecek" fikrinden arınamıyordu. Mutfağa yollandı. Dolabı açıp şöyle bir baktı. Yüzüne vuran serinlik biraz kendine getirdi onu. Ne yapmalıydı?  "Sebze yemeği yapsam uzun sürer. Çorba yapsam gerek yok. Makarna yemek istemiyorum. "
Kaşar peynir ve sucuğa uzandı. Tost yapacaktı. Çünkü tost basitti samimiydi lezzetli  ve tabi doyurucu. Ekmeğin arasına peynir ve sucuğu koyarken sanki dünyanın en önemli işini yapar gibi titiz davranıyordu. Hepsi eşit mesafede olmalı ekmeğin dışına taşmamalıydı. Ekmeğin üzerine bastırırken hayallere dalıyordu. Geçmişe gidiyor özlüyordu. Gelecek karanlıktı.  Tost hazırdı. Tabağa koyup terayağı ile yağladı.  Yanına ayran çıkardı.  Aynı hüzünle salona geçti. 'Şimdi bazı evlerde yemekler yenmiş çay faslına geçilmiştir" diye aklından geçirdi.
Bildiği fakat o an hatırından çıkardığı şey insanların kötü oluşuydu. Şimdi bazı evlerde bir adam yemeğin tuzu az salçası çok oldu diye karısının boğazını sıkıyordu. Beş çocuk bir evde üşüyor ve karınları aç kıvranıyordu. Bazı evler mutsuzdu. Bazı evler hüsran..
Bazı evlerde anne baba kavgasını duymamak için çocuklar kulaklarını tıkıyorlardı. Evler.. Ağlıyordu...

4 Ağustos 2017 Cuma

Şemsiye 70 ( Günümüz Evlilikleri Üzerine )

 Üniversite yıllarının son zamanlarından günümüze uzanan zaman dilimi içinde bir grup arkadaş ile dilimize pelesenk olan o cümleyi paylaşayım sizinle; "Aa o da mı evlenmiş?!!!" İçinde çok şey barındırır bu minik soru cümlesi. (Şaşkınlık, imrenme, hafiften kıskançlık, boş vermişlik, kendini evde kalmış gibi hissetme, özgürlüğün aslında hiç de kötü bir şey olmadığını düşünme, şimdi kim uğraşak kaynana görümceyle triple deyip kendini şanslı hissetme, bir taraftan evlenen arkadaşların tanışma hikâyelerini dinlerken diğer taraftan da tek taşını isteyip parmağında nasıl durduğuna bakma,( yakıştı yakıştı, evet 😀) ama ben zaten 'yüksek' düşünüyorum deme, daha yaşım çok genç yaa'lara sığınma, nişanlıklara gelinliklere davetiyelere yorumlar yapıp kendi hayallerinden bahsetme... )
Velhasılı değişik bir ruh hali. Evlenen körpecik gencecik kardeşlerimize mutluluklar dilerken asıl konuya girizgâh yapayım.
Son yıllarda ne kadar çok evlilik haberi alıyorsam onunla doğru orantılı boşanma haberleri de alıyorum. Gerek en yakınımdan gerek uzağımdan, gerek ünlü gerek ünsüz, zengin fakir.. Her kesimden bu tarz kötü haberler işte. Kafamı kurcalıyor nedeni niçini. "Tahammülsüzlük" cevabına ulaşıyorum en sonunda. Kimse birbirinin kusurlarına hatalarına eksikliklerine tahammül göstermiyor. En büyük aşklar bazen istediği koltuk takımını almadığı için bitiyor. Ya da flört ederken romantik olan erkeğin evlenince bir oduna dönüşmesinden. Sevilen yemek yapılmayınca bitiyor aşklar, saçını okşamayınca kadının, bitiyor. Bitiyor dövünce sövünce hakaret edince. Kibirlenince bitiyor. Bitiyor hiç uğruna. Islam olmayınca, Kuran, sünnet olmayınca... Sünnet deyince sadece 4 eşle evliliği anlayan zihniyet yüzünden bitiyor.
Fakirliğe, zenginliğe, güzelliğe/yakışıklılığa, şehirlere, akrabalara tahammül edilemiyor.
Hani böyle koşa koşa evleniyorsunuz ya, her şeyiniz mükemmel oluyor.(baknz. çay kaşığına kadar alan yeni pembiş gelinler)
Bunca mükemmeliyet varken bunca boşanma neden var? Hadi gençler, hadi abiler, ablalar, teyzeler, amcalar. Biraz sabır biraz saygı biraz sükunet.
Evet, biraz tahammül...
Mutluluklar dilerim.

- Kadının cihâdı, kocası ile iyi geçinmektir. (Hadis-i Şerif)
- Kadın, beş vakit namazı kılar, orucunu tutar, kendini yabancılardan korur ve kocasına muti olursa, Cennete girer.(Hadis-i Şerif ) 
-Sizden eşine karşı el kaldıranlarınız, hayırlı kimseler, iyi insanlar değildir.(Hadis-i Şerif ) 
-Kadınlarınızın hakları konusunda Allah’a hesap vereceğinizi unutmayın. Çünkü onlar Allah’ın size emanetidir. (Hadis-i Şerif ) 
* Allah'ın helâl kıldığı şeyler arasında, boşanma hiç sevmediği helâldir.
(Hadis-i Şerif)

30 Temmuz 2017 Pazar

Şemsiye 69( Hira Suskunluğu)

Belki de sıkılanlar ve konuşanlar olarak kaybettik bir şeyleri.
"Allah'a ve ahiret gününe inan kimse ya hayır konuşsun ya da sussun" buyurur Peygamberimiz(sallallahu aleyhi vesellem).
Bu düstur üzere yaşamalıyız.
Ama gel gör ki ölü kardeş eti ile beslenir olmuşuz.
Çocukların birinden öğrendim ben bugün bunu. Susulması gerektiğini. Konuşmanın elzem olduğu durumları.
Biraz susalım ve Nebevî bir tavır takınalım lütfen.
Ki İslâm Dini bir Hira suskunluğunun bir içe dönüşün sonunda geldi.
Peki ya neden bunca gürültü patırtı?


19 Temmuz 2017 Çarşamba

Şemsiye 68 (Eski Defterler 4)

Bir Cuma yorgunluğu var üzerimde.
Çekilmez bir haldeyim. Yüzüm asık.
Gülümseyesim yok.
Kötü rüyalardan henüz uyanmış gibiyim.
Önüm çok karanlık. Rast gele yürüyorum.
Yaralıyorum bir yerlerimi.
Bir şiir değil bu. İçimi döküyorum yalnızca.
Hani şu boğazımdaki düğümler var ya, onları anlatmaya çalışıyorum.
Kalabalıklar!
Anlıyorsunuz değil mi beni?
Yoksa yine bir düğüm daha mı atıyorum yutkunamadığım kelimelere?
Keşke diyorum biri beni çok sevse...
Çünkü seversek aydınlarınır ülkemiz.

Şemsiye 67 ( Eski Defterler 3)

Sevdâ denilen trenin altında kaldım.
Sabah vakti havalanan bir güvercinin kanadından yuvarlandım.
Kırılan kalbimin parçalarından bir karanlık inşaa ettim.
Hapsettim kendimi oraya.
Ölü mavi bir kelebekle günlerce aynı yerde kaldım.
Ağladım.
Bir tren garında umutlarımı uğurladım.
Bir güvercinin kanadında hayallerimi uzak diyarlara yolladım.
Ağladım.
Uzaklara mektuplar yazdım.
Cevap alamadım.
Geçmişe dair ne varsa hepsini bir şiirle zamana bıraktım.
Ağladım.
Sustum.
Yeni bir hayat başladım. 

Şemsiye 66 ( Eski Defterler 2)

"Halbuki ben masalı olan bir adamdım." diyor Tanpınar.
Sahi masalı olan adamlar kaldı mı şu zamanda?
Sımsıkı sarıldığı düşlerle bir kadına can verenler var mı hâlâ?
Benim tanıdığım bütün adamlar masallarıma mani oldular.
Ben kötü olamadım onlar kadar.
Nasıl kötü olunur bilmem de.
Annem bana sadece iyi olmayı öğretti.
Ben artık korkuyorum.
Masalıma musallat olan kötü kahramanlardan.
Korkuyorum yarım kalmaktan...

Esra zifiRi

Şemsiye 65 ( Eski Defterler 1)

Uzaklarda bir yerlerdesin.
Kendi içine çekilip yaralarını yine bir başına iyileştirmeye çalışıyorsun.
Ses etmiyorum.
Susuyorum aramıza ördüğün o koca duvara.
Berlin Duvarı bile yıkılmışken bizim duvarımız mütemadiyen büyüyor göğü delercesine.
Kalbimde bir ağırlık var.
Mutsuzsun biliyorum.
Canın yanıyor.
Ya da kendimi öyle avutuyorum.
Belki de başka insalarla başka hayatlara yelken açıyorsun.
Başka limanlara sığınıyorsun.
Benim kıyımdan gideli çok oldu değil mi?
Ya da bilmiyorum ben bir obsesifim.
Sana dair ne varsa kendi içimde kuruyorum ve sonra sahne alışını izliyorum.
Trajedinin dramın dibine vuruyoruz hayalinle.
Hadi ağlayalım!

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Şemsiye 64 (Semt Çocukları )


Ah, bu semt çocukları. 
Hep platonik sevdiler.
Hiç cevap gelmedi yazdıklarına.
Kimi yollara kimi duvarlara yazdı sevdasını. 
Kamu mallarıyla ilan-ı aşk ettiler.
Kırmızı sprey boyalarla özlediler.
İmlâ hatalarından hiç utanmadılar sevdiklerinin gözlerine baktıkları kadar.
Varoşça sevgiler biriktirip sundular Leylâ belledikleri sosyete kızlarına.
Ah bu semt çocukları.
Aşkları yüreklerine sığmadı ki yol kenarlarına sığsın.
Yarım kaldı kelimeleri.
Yazması kolaydı da yaşaması zordu "unutmanın"
Unutmak için sevmediler ama sevmek için unuttular çoğu şeyi.
Ah bu atarlı semtin gidemeyen çocukları!
Sevdanız yollarda kaldı...


24 Haziran 2017 Cumartesi

Şemsiye 63 ( Kayıp Masallar )

Çocuk ruhuma ninniler söylesen.
Bilirsin, hiç büyümem ben.
İçimde çırpınır durur yavru bir serçe.
Bir baharda ben uyurken yuva yapmış yüreciğime.
Neyleyeyim.

Ben bir gelincik çiçeğiyim.
Kırmızı yapraklarıma renk veren sarı bir yol kenarıdır.
Sürgün edildim.
Hapsedildim boynu bükük bir ayrılığa.
Alsan beni, diksen toprağa.
Toprak ki vuslat demek.
Köklerim kavuşsa artık arza.

Ellerimi tutsan ve kayıp bir masal mırıldansan.
Daha da çocuk olurum ben.
Yalan olan her şey yıkılsa
Bir masallar kalsa.
Bir kalbim kalsa.
Ve sen bir kelebeğe dokunur gibi baksan gözlerime.
Bir şarkıyı koklar gibi.
Bir mektubu öper gibi.

Bir serçe kanatlanır kalbimden.



18 Haziran 2017 Pazar

4 Haziran 2017 Pazar

Şemsiye 61 (Bir Kuş Tesellisi )

Sıradanlığımın ve eve kapanışlarımın ağırlığını taşıdım omuzlarımda, yıllarca.
İçimi uzak şehirlere taşıdım, yen bir hayat kurmak adına.
Çocukluğumun nefretini sardunyalara hediye ettim, kurudular.
Çok zor değildi bir çocuğun başını okşamak.
Saçlarıma dokunduklarında ise bir kış indi tepemden aşağı.
Üşüdüm.
Bir sobanın dumanında göz bebeklerimi yakarak ısındım.
Belki görmezdim haksızlıkları...
Sesim kısıldı bir piknik alanında.
Sesim sineme gömüldü.
Papatya fallarına inandım taç yapmak yerine.
"Sevmek" bir papatyaya sığınmıştı. " Sevmiyor"lara kandım.
Şimdi dertlerin beni boğduğu bir şehirde avuç içimdeki çizgilerimden bir resim yapmaya çalışıyorum. Sağ avucumdan güneş çıkıyor.
Diğer avucumdan bir nehir iniyor dağların arasından.
Bir kuş uçuyor, kanatlarına yağmurlar yağmış. 
Bir kuş teselli ediyor beni sanki.
- Her şey iyi olacak!
Her şey iyi mi olacak?


19 Ekim 2015



* Silindi diye üzüldüğüm bir yazı idi, hiç beklemediğim bir anda çıkıverdi karşıma...

3 Haziran 2017 Cumartesi

Şemsiye 60 ( Ramazan Davulu )

Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!!!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!!!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!!!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!!!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!!!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!!!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!Dan!!!

   Sen buna gelenek demişsin ama kardeş bu bildiğin gürültü. :Artık gerekliliğini albenisini yetirmiş bir yöntem. Çoğaldık, şehirler olduk. Hem de çok kalabalık şehirler. Karıştık birbirimize. Artık olmuyor bence. Yürümüyor bu gelenek. Ki zaten İslam ile alakası yok. Alakası olsaydı namaz emredildiğinde Peygamberimiz bu öneriyi kabul ederdi. Onun yerine ezanı kabul etti...
  Anneme sordum anlattı. "Eskiden nasıldı bu davulculuk?"
- Otuz küsür hane vardı köyde. Davulcu köyümüzde yaşayan biriydi. O zamanlar telefonlar çalar saatler nerede. Davulcu her evin kapısına gider uyanana kadar çalardı. Evden biri uyandık dedikten sonra başka bir eve ancak öyle geçerdi. Ona güvenirdik. Bayram namazından sonra da davulcu için para toplanır herkes gönlünden ne koparsa verirdi. Şimdiki gibi kapılara gelip verilen parayı beğenmemezlik yapılmazdı.
Anneme hak verdim. Yaşlısı var hastası var oruç tutmayanı tutamayanı var. Uyuyan bebekler var. Belki sahuru beklemeden yiyip yatanlar ve davulun o gürültüsü ile uyananlar var. Her gelenek devam ettirilecek diye bir şey yok. Ki bunu bu kadar yüceltip Allah'ın emri gibi bağlı kalmak da gereksiz.
 Gelenek zarar veriyorsa miadı dolduysa bitsin orda. Kan davası da bir gelenek mesela, başlık parası vs. Bunlarda diretiyor muyuz? Hayır. Nostaljik bir şeyler arayanlara çok seçenek var. Mahyalara baksınlar büyük camilerin. İftar çadırına gitsinler. Ramazanın geldiğini hatırlamaksa amaç teravihe gidilsin. O kalabalığa girilsin.
Ama lütfen sahura kalkmaya daha 2 saat varken gümbür gümbür geçilmesin. Onun yerine yanık sesli bir müezzin temcîd okusun. Sizler için de şuraya bırakıyorum:

2 Haziran 2017 Cuma

Şemsiye 59 ( Kelime Hikâyesi / Hoşça kal )

Hoşça kal:
Yıllar sonra edilen vedalardan sonra söylenen içinde çok şey barındıran o kısa fakat duygu bakımından yoğun kelime.
Taraflardan biri her zaman daha çok sevmiştir.Daha fazla değer vermiş çaba harcamıştır. Fakat tek taraflı çabalara bencilce verilen kötü karşılıklar sonucunda seven kişi artık dayanılmaz bir noktaya gelmiştir.Tam da o acı noktadan kalbini aşağı bırakmıştır.
Sonuç; paramparça.
Aradan geçen hatırı sayılır bir zamandan sonra bencil kişi pişman olmuş âh ve vahlar ederek seven kişiye değiştiğini, tekrar birlikte olmak istediğini söylemiştir. Ama kalbi çok kırılan seven kişi artık sevmemektir.  Üstüne tuhaf bir öfke de beslememektedir bencil kişiye. Birkaç kısa cümleli konuşmadan sonra yollarını tamamen ayırırlar.  İşte tam o esnada dökülür dudaklardan.

Hoşça kal:
- Gitme.
  Yeniden sev.
* Artık istemiyorum.
- Keşke.
* Artık çok geç.
  Çok sevmiştim oysa.
- Çok seviyorum hâlâ.

Hoşça kal:

İyi dilekten ziyade iki kalbi barındırır çokça.

17 Mayıs 2017 Çarşamba

Şemsiye 58 ( Göç Kervânı )



Tanpınar’ın beş şehri var bilirsiniz;  “Ankara, Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul”
Benim de şehirlerim var işte. Doğduğum, büyüdüğüm, okuduğum ve artık yaşadığım şehir. Size sonuncusundan bahsedeceğim. Daha dün geldiğim şehirden… Hiç bilmediğim bir coğrafya burası. Ağaçların az fakat insanlarının yüreğinin büyük olduğu bir yer. Yeni bir şehre alışmaya çalışmanın verdiği hissiyat çok başka. Sanırım biraz daha geriye giderek başlamalıyım anlatmaya. Vedadan biraz öncesine... Gideceğim aylar öncesinden belliydi ve biliniyordu herkes tarafından. O yüzden o yoğun veda havasına giremedim. Ev boşalıyordu.
Kitaplarım kolilerde, kıyafetler bavulda.



Giderken karşı komşumuz teyze bir tespih tutuşturdu elime alacalı. “Çektikçe” dedi “bana da dua edersin kızım” Aldım. Sakladım...



Yola çıktım. Günebakanlar el salladı ardımdan. Hilal Nur bir torba ile geldi elinde otobüs terminaline. Dereotlu poğaça yanında bir çiçekle. “Zarif kız” dedim sarıldım. Şehri ona bıraktım.

Bir şehirden uzaklaşırken diğerine yaklaşıyordum. Bozkırlar geçiyordum. Bir şarkı dilimde her uzun otobüs yolculuklarında dinlediğim; "gemiler gibi dünya. gemiler gibi hayat. içim gidiyor, içim gidiyor."
 Ankara otogarına uğradığımızda; 107. perona, salkım söğütlerin oraya selam bıraktım ruhumun tanış olduğu bir arkadaşa. Oradan Kapadokya istikametine doğru giderken hayali bir peri bacasına selam verdi. Bir trene teslim ettim ruhumu Diyarbakır yolunda.

Bir güne yaklaşan yolculuğun ardından milat çizgisini çizdim ufuklara. Dedim ki “Bismillah”, işte tam da burada başlıyorum yeni bir hayata. 
Issız ve yalnız bir dinlenme tesisinde karşıladım güneşi.

          Başlangıçlar… Tarifsiz bir duygu aslında. İlk günler her daim zor olur benim için. Bir ortama girmek, alışmak, ısınmak, sevmek… Bu şehri sevdim. Sessizliğini huzurunu insanlarını… Yeni bir şehri en son ne zaman keşfe çıktığımı hatırlamıyorum. Dün çıktım sokağa. Heyecan verici hiç bilmediğin bir yola sapıp evi bulmaya çalışmak. Ve dâhi yanlış minibüse binip kaybolduğunu sanmak ve tüm şehri tek bir minibüsle dolaşmak. Sevilen mekânları “ buraya gelirim” deyip bir yerlere not etmek.  Caddelerde yürürken hiçbir yüzü tanımamak... Yeni lezzetler tatmak. Sokaklarda köpeklerle değil de başıboş keçilerle karşılaşmak, dakikalarca bakıp o manzaraya tebessüm etmek...
         Bugün konaklayan kervânımın 10. günü. Hiçbir yere ait olmayışımın bir gün buradan da gideceğimi bilmenin ama ona rağmen hiç gitmeyecekmiş gibi kök salmamın 10.günü evet. Benimle birlikte yaklaşık üç şehir gezen yeni çiçeğim "Verâ" ya benzetiyorum kendimi bazı. ( Aleovera) Daha küçüğüm fakat elbet güney sıcakları büyütecek beni. Her gün aynı pencereden farklı kuşlarla hemhal olacağım. Sonra küçük sürgünler vereceğim toprağımın en dip noktasından. Bu şehirde bir daha gelemeyecek dahi olsam geride pek çok şey bırakacağım. Özleyecek miyim? İnsan severse özler.  Çok severse geri de gelir. Tüm bunları gelecek zaman gösterecek. Olur da yolunuz düşerse buralara  kervânıma uğrayın. Muhabbet eder, şiir okuruz. Size keçi sütü ikram ederim ve belki biraz dinlenir çadırınızda göç türküleri dinlersiniz...

                                                     Neşet Ertaş - Gönül Dağı





 "Yol gizli gizli yol gizli gizli

Gönülden gönüle yar oy yar oy yar oy yar oy
Yol gizli gizli yol gizli gizli"

23 Nisan 2017 Pazar

Şemsiye 57 ( Sultanahmet Tablosu )

Tahmini olarak 17 senelik bir tablo bu. Babam İstanbul'dan getirmişti. Abimle karşısına geçip saatlerce bakmıştık.
Yakından bakarsanız havuzun yanında bir kelebek var. Onu biz tablonun bir parçası sanmıştık ki ejderha falan dediğimizi hatırlıyorum. :) Sultanahmet meydanında ejderha :)
Demem o ki çocuk olmak çok saf ve temiz bir duygu. Uçsuz bucaksız bir okyanus gibi. Altı başka âlem üstü daha başka...
İnsan olmak ise sığ sular.
Yaşamak o sularda yüzmeye çalışmak...
17 sene öncesinde suyun Ay'dan geldiğinde inanır karşıki dağın arkasında deniz olduğunu sanırdım.
Şimdi ise o koca meydanda insanlığın çöküşünü izliyorum.
Ejderhalar gideli çok olmuş...
Çocukluğum da öyle..


Bir hafta sonra gelen edit:
23 yıllıkmış meğersem. Bizzat babam söyledi.
Kendimi bildim bileli varmış zaar.

14 Nisan 2017 Cuma

Şemsiye 56 ( Hüma Kuşu )

İyi resim çizmeyi isterdim. Aynı şekilde iyi şarkı söylemeyi de. El emeği bir şeyler dikmeyi. Oysa benim diktiğim düğmeler bile hep düşüp kaybolurken. Yapabildiğim tek şey yazabilmek. Belki yarım yamalak,
Belki tekdüze. Kalem kağıt karın doyurmaz der nineme anlatsam. Öğretmen ol  kızım der. Öğretmen olmak bir kız için en mükemmel meslekmiş gibi emindir de bunu söylerken. Halbuki benim ruhumu doyuruyor yazmak. Şiirler dans ediyor içimde. Kelimeler el ele koşturuyor. Ortalık panayır yeri gibi. Veyahut renkli ışıklarla bezeli bir lunapark. Beceriksizliklerimi kalemimin mürekkebi ile gizlemeye çalışıyorum. Elimin ayağıma dolaşmasını. Yemeği ocakta unutmayı. Elimden düşürüp de bir tabak kırmayı. Sütü taşırmayı. İğne oyası bilmem ben. Elime de hiç yakışmaz zaten. Bir iğreti durur.
Ben beceremem öyle hanım hanımcık ev kızlarının yaptıklarını. Yapmam gerek elbet. Bilmem gerek..
Ama verin bana bir kaç kelime. Sayfalarca yazarım. Kuşlar kondururum her mısraya.
Her cümleye şarkılar söyletirim.
Resim çizemem belki ama herbir renge ayrı şiirler yazarım.
Mavi derim sonsuzluk olur.
Yeşil derim huzur olur.
Kırmızı derim karanfil, siyah derim benliğim olur.
Beceriksiz birinin telaşlı satırlarıydı bunlar.
Ve işte annem kızıyor.
Ah, hayır!
Hayallerim. Dibi tutmuş. Ev yanıyormuş. Koştum yetiştim suya tuttum. Annem söylendi bir sürü. Ben telaşla kurtarabildiğim hayallerimi kurtardım.
Yandım. Kül oldu bir yanım, zerrelere gark oldum. Efsanenin tekinden bir çift kanat ödünç aldım.
Ardından  küllerimden doğdum.
Kaf Dağı'nda sonsuzlukla yoğruldum.


13 Nisan 2017 Perşembe

Şemsiye 55 ( Bir Hüzün, Bir Şiir )

Bir kızıl hüzündü şimdi aklım.
Yeni bir hayata başlangıç hikâyesinin ilk satırlarıydı evet.
Öyle ürkek. 
Öyle suskun. 
İçine kapanıklığın sonuncu evresinde, zerrelerine ayrıldım yalnızlığın. 
Bir kızıl hüzündü şimdi aklım.
Hüzündü adımlarım.
Kızıldı avuçlarım. 
Bir'di yakardığım. 
Sonbaharın rengine aldandım!

10 Nisan 2017 Pazartesi

Şemsiye 54 ( Hakikat Uçurtması )

Hakikat uçurtmasını göğe saldım.
Elimde bir ip,  koşmaya başladım.
Sıradan bir koşmak değildi bu. Tüm benliğimle koşuyordum. Kalu belâda başlayıp kıyamette son bulacaktı.
Kimi zaman yavaşladım. Kalbim parçalanacaktı sanki.
O zamanlarda çok şey gördüm çok şey yaşadım.
Uçurtmanın kuyruğuna dek ulaşan bir sevdâ ile karşılaştım.
Fesleğen ferahlığı veriyordu bana.
Onu da aldım yanıma. Bir elimde ip,  bir elimde sevdâ.  Güç veriyordu adeta. Koş diye motive ediyordu beni.
Kış gelmişti. Günler çetindi. Uçurtma yere asla düşmemeliydi. Fırtınaya, kara, boraya, poyraza karşı zafer kazanmalıydı. Bunu benim elimle yapacaktı. O bir hakikat uçurtmasıydı ve onun yeri gökyüzüydü.
Öyle yorulmuş öyle üşümüştüm ki. İpi bazen fesleğene emanet edip ellerimi ovuşturarak ısınmaya çalışıyordum. Kardan bembeyaz olmuştum. Haki yeşil kabanımı şöyle bir silkeliyor iyice eskimiş botlarımı hafifçe yere vurup karlardan arındırmaya çalışıyordum. Bu sırada da soğuğu düşünmemek adına bir şarkı mırıldanıyordum. "der besten-i peymân-e mâ tenhâ govâh-e mâ şod hodâ
tâ în cehân ber pâ boved in aşk mâ bemâned be câ "
Bu şarkı bana hüzün verirken bir yandan da içimi bir sıcaklık kaplıyordu.
Derken uzaklardan güneş yüzünü gösterdi.
Uçurtmanın üzerindeki su damlaları birer elmas misali parlıyordu güneş vurdukça.
Bahar geliyordu evet. Hafif bir rüzgâr eşliğine salınıyorduk yeşil çayırlarda. Ben, fesleğenim ve uçurtma.
Yine çok yol almış çok şehirler gezmiştik.
Bir söğüt  ağacının altına oturu verdik.
Ağaç yeşermişti.
Gözlerimi açtığımda yeni bir dünya ile karşılaştım. Gökyüzünde sayısız uçurtma süzülüyordu. Şaşırmıştım. Nereden gelmişlerdi? Bu ne kalabalıktı? Gözüm kendi uçurtmamı aradı. Ah,  evet oradaydı. Sıkıca tuttum ipini.  Başka şehirlerde bıraktım baharları,  yürümeye koyuldum. Özlem yüklü kervanların arasında, bir muhacir gibi arıyordum şimdi  yitirdiğimi. Sesinin huzur  veren o tınısı kuşlara soruyordum.Ve tam boğazımda haykıramadığım sevdâ sözleri:
-Gurbet ellerinin yokluğudur sevgilim. Fesleğenler tutamaz uçurtmaları. Ellerin olmadan nasıl asılı kalır gökyüzünde bu sevda?
Gel! Fesleğenler şiire susadı, uçurtmalar ellerine, ben yüreğine..
Beni duymuyordu. Ses vermiyordu. Bana güç veren o mis koku artık yoktu. Hakikat uçurtmasını yorulduğumda emanet edeceğim aşk! Söylesene hangi diyarın bilinmez bir yerinde mahsur kaldın? Söyle kim aldı götürdü seni benden? Zincir mi vurdular sana? Yoksa çıkar gelirdin. Koşardın bana.
Ben ki bir başı dumanlı gezgindim. Sen gideli dinmez fırtınalarım. Sen gideli uçurtmamın gökyüzü zemheri. Savaş sonrası yıkıma uğrayan bir şehirim şimdi. Baksana halime. Yırtık üstüm başım. Saçlarımda kanlı silahların ağırlığı. Dudaklarımda şuursuz delice bir tebessüm. Gelmelisin. Şiirler kokusuz kaldı. Uçurtmalar ipsiz,  ben sensiz...

4 Nisan 2017 Salı

Şemsiye 53 ( Küçük Kayık )

Bir sahil kenarında ıssısz bir banktayım.
Sesler doluyor kulaklarıma.
Kanat sesleri.
İnsanlar yürüyor arka tarafımdan. Kimi ev kirasından bahsediyor kimi hastalıktan.
Deniz kenarında bunlar konuşulmamalı bence.
Susmalı insanlar.
Dalgaları seyretmeli.
Karabatakların dalışını.
Martıların çığlıklarını.
Güvercinlerin uçuşunu.
Susmalı dünya.
Küçük kayığı izlemeli.
Adı hasret olan.
Bir ninni söylemeli ona.
Bir dokunuş dokunmalı en sıcağından.
Dalga kıranın kırdığı o kısa dalganın yanağından öpmeli.
Gönlünü almalı tez elden.
Deniz kenarında hayat telaşı konuşulmamalı işte.
Susmalı.
Göğe bakmalı.
Gök ile denizin birleştiği o çizgiye.
O çizgide insanlar mutlu olmalılar belki de.


30 Mart 2017 Perşembe

Şemsiye 52 ( Diriliş )

Yine zehir zemberek bir sabaha uyandı adam. Hâlâ aylar öncesinden gelen  mektubu sıkıyordu avuçlarında. "Bitti" yazıyordu özetle. Böyle bitmemeliydi. Böyle gitmemeliydi. İçi soğumuyordu ne yapsa. Geçmiyordu yangın.
"Ayrıldık adam"
Ne kadar basitti değil mi iki kelimeyi yan yana getirmek!
Oysa içinde kocaman bir çukur açmıştı.
Adam bir tarafta yalnız kalmıştı hayat diğer tarafta.
Ne denirdi ki bu cümleye?
Tamam mı ? Olur mu? Yapma bunu, acı mı?
Hiçbirini diyemedi. O susmayı seçti. Susup kendine dönmeyi.
Daha önce çok düşmüştü adam. Peki ya o biliyor muydu?
Ama hiçbiri ondan düştüğü gibi olmadı.
Çok yüksek ve ani.
Biri itmişti sanki boşluktan.
İtmiş ve çakılıvermiş oracığa. Dudaklarındaki gülümeseme bile yarım kalmış anlayamamıştı.
Ne olmuştu ona?
Nasıl ölmüştü?
Nasıl bitivermişti her şey?
Manasız ve belirsiz.
Tek hissediği şey acı.
Ve o bu acıyı maddi şeylerle anlatmaya çalışıyordu.
Ama bu anlattıkları çok küçük bir parçasıydı hissettiklerinin. Bin parçaya bölünmüştü. Hayalleri bir tarafta, umutlar bir tarafta, güveni, sevdası, kalbi başka bir tarafta. Savrulmuştu biriktirdiği onlu düşleri toprağa. Asit yağmurlarında ıslanmıştı her bir parçası . Yanmış bitmiş erimiş.
Düştü adam.
Ondan düştü.
Çok sert.
Çok ani.
Ona verdiği sözler vardı. Ben seni ömür boyu beklerimler ben sensiz yapamamlar.
O sözler nerdeydi şimdi?  Neden bir toz bulutuna döndü? Neden bir kör bıçak olup saplandı göğsüne?
Söylesin biri nasıl geçecek bu acı?
Nasıl aldı ağzına ayrılığı? Ne kadar da incindi.
Hiçbir sevgi bu kadar kini hak etmiyordu. Hiçbir öfke bunca kalp kırmaya değmiyordu.
Son kez sıktı mektubu avuçlarında.
Sonra ayağa kalktı.
Düştüğü o derin kuyudan çıktı.
"Hiç" dedi.
"Koca bir hiç"
Bu kelime onun dirilişi idi.
Bir sabah vakti dirildi.
Adam.

20 Mart 2017 Pazartesi

Şemsiye 51 (Tehlikeli Sular )

Ağlamaya bahanem yok.
Her şey yolunda.
Sağlığım. İşim gücüm...
Başımı sokabileceğim bir evim var.
Halihazırda okuyabileceğim kitabım.
Sayfalarca yazabileceğim defterler ve mürekkebim de. Dostlarım var, yalnız değilim.
Bahar da geldi. Hava bugün çok güzel.
Fakat içimde bilmediğim bir boşluk var.
O boşluk beni içine çekiyor.
Dışardan nankörlük olarak algılanabilir bu yazdıklarım. Şımarıklık belki de.
Ama öyle değil.
Bir şey eksik işte.
Yavan zamanlar. Tadı tuzu yok.
Çağımızın vebası bu mu yoksa?
Her şeyin özü ile oynanmış.
Etrafım ölüler diyarı.
Kimle konuşsam kime dokunsam buz kesiyorum.
Eksik bir şey var.
Lütfen beni yanlış anlamayın.
İçim diyorum.
Ruhum ile kalbimin kesiştiği o nokta.
Orası toz bulutu.
Göz gözü görmüyor.
Oysa ben uçma hayalleri kuruyordum.
Uçmayı bırak kirpiklerimi dahi kımıldatamıyorum.
Tehlikeli sularda yürüyorum.
İçim diyorum.
İçime dokun.

11 Mart 2017 Cumartesi

Şemsiye 50 ( Aklımdan Geçenler )

Pencere önündeki buz mavisi koltuğa oturdum elimde ince belli çay bardağı, omuzlarımda kırmızı şal. Her yer bir cumartesi sessizliğine bürünmüş.bu sessizlik beni bir girdap gibi içine çekiyor ve kafama şu düşünceler hücum ediyor:
"Yazmaya buradan başlıyorum evet tam da hayatın orta yerinden. Bu sefer karanlık bir yolda yürümek yerine daha aydınlık ve bilindik bir yolda yürümeye çalışacağım. Elimde bir yol haritası. Kaybolursam şayet geri dönme hakkım da var. Geri dönüp her şeye en baştan başlamak... Ben yürürken usul usul cemreler düştü.Acaba  benim gönlüme de bahar yeniden  gelecek mi?
Çiçek aşısı yapmayı bilmeyen biri ile ömür sürer mi?"
Kayboldum. Sonra Hansel ve Gratel vari bir dönüş ile başladığım yere geri döndüm. Bir masal kahramanı kadar şanlı olmadım hiç.
Bir kuşluk vaktindeyim şimdi. Bu ev yabancı ve sanki sadece bir yolculuk yapıyormuşum da mola vermişim hissiyatı yaratıyor. Dışarda müthiş bir rüzgâr var. Sesi şeytani bir varlığın eline geçmiş gibi uğuldamıyor da korkunç sesler çıkarıyor sanki.
Ürperiyorum. Rüzgârdan hayattan kendimden. Bu ben miyim?
Ben kimim?

8 Mart 2017 Çarşamba

Şemsiye 49 ( Kadınlar Günü )

Bayramlar hariç özel günlere karşıyım uzun süredir. Doğum günleri, Anneler Babalar günü, Sevgililer günü vs. Klişe olacak biliyorum ama hep kapitalizm hep para. Değer vermeyi tek bir güne indirgemenin adı aslında tüm bu özel günler.
Bugün de başka bir gün "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" İnsan şöyle bir gülüyor en manidar olanından. Yahu hangi günden bahsediyorsunuz dercesine. Merak ettim baktım 2016'daki kadına şiddet oranına. 397 kadın öldürülmüş. Katillerin %80ni  koca, eski koca, sevgili,eski sevgili, ayrılmak istenen koca ve sevgili. Türkiye'deki on kadından dördü şiddete maruz kalıyor.
Bir günü kadınlarımızın günü ilan edip kalan 364 gün 6 saatte bir güzel dövüp sövüp taciz tecavüz edip ve en son öldürüp yolumuza devam ediyoruz. Bakın erkekler ediyor demiyorum. Kadın da kadına en az erkek kadar zarar veriyor. Hemcinslerimize böyle acımasız olursak erkeklerden ne kadar nezaket bekleyebiliriz?
Bir hadis-i Şerif var çok hoşuma giden aklımda tuttuğum: Kadınlar size Allah'ın emanetidir.
Tüm insanlar bunu aklında tutsa ve emanete ihanet etmeyecek kadar sözüne sadık olsa dünya çok daha güzel olur. Bunları şimdi yazıyorum evet. Umarım seneye aynı şeyleri tekrar etmem. Bunun da bir yolu var aslında.
"Eğitim"
Çocuk doğduğu andan itibaren ahlaklı yetiştirilmeli. Önce ailesine sonra çevresine karşı naif olmayı zarif olmayı lütfen demeyi teşekkür etmeyi dost olmayı öğrenmeli. Kimse kimseden üstün değil. Üstünlük ancak takva ile. Tertemiz doğan kalbe kin tohumu ekerseniz kin yetişir. Çiçek ekerseniz çiçek...

Not: Erkeğe şiddet oranını araştırdım fakat somut bir bilgiye ulaşamadım. Öyle bir oran sayı haber yok. Erkeğe şiddet yazınca bile erkek şiddeti olarak algılıyor Google. Bu da bir şeyleri anlatıyor sanırım...

5 Mart 2017 Pazar

Şemsiye 48 ( Esselâm )

Tekrar burada yazmaya başlamadan evvel biraz hasbihal etmek istiyorum. Biraz “içimden” bahsetmek… Bilenler biliyor Zifiri’yi. Bilmeyenler için de özet mahiyetinde anlatayım neden Zifiri. Nedir bu karanlıkların mahiyeti?
Bizzat ismimin manasından yola çıkarak ortaya çıkmış bir mahlas aslında. Hoş mahlastan çıkıp ikinci adıma dönüştü artık. :)
“Esra / İsra”  gece yürüyüşü demek. Zifiri bir karanlıktan sonraki o aydınlığı arıyorum. Ararken yazıyorum. Okuyorum. İzliyorum. Dinliyorum. Bulur muyum bulamaz mıyım o başka. Ama aramak ararken yeni dünyalar keşfetmek bana oldukça keyif veriyor. Yağmuru paylaştıkça, şemsiyemin altına kalabalıklar toplandıkça mutluluğum artıyor.
Bu bloğu açtığımda henüz üniversite 3. Sınıftaydım. Aradan üç yıl geçti. Çok şey değişti. En başta yaşadığım şehir. Bir insanın şehri değişince yazdıkları da değişiyor. Şiirleri, hüzünleri, öğrendikleri, göğü…
Şehri değişince bir insanın yüreği değişiyor.
Şehrime hoş geldiniz. :)
Yüreğime ve karanlığıma…

zifiRi

Şemsiye 85 ( Gökteki Sarı Balık 14)

YA TAHAMMÜL YA SEFER MUSTAFA KUTLU Tahammüllerimizle yaşıyoruz. Hayatımıza öyle yön veriyoruz. Tahammül etmediğimizde sefer kaçınılma...