Hakikat uçurtmasını göğe saldım.
Elimde bir ip, koşmaya başladım.
Sıradan bir koşmak değildi bu. Tüm benliğimle koşuyordum. Kalu belâda başlayıp kıyamette son bulacaktı.
Kimi zaman yavaşladım. Kalbim parçalanacaktı sanki.
O zamanlarda çok şey gördüm çok şey yaşadım.
Uçurtmanın kuyruğuna dek ulaşan bir sevdâ ile karşılaştım.
Fesleğen ferahlığı veriyordu bana.
Onu da aldım yanıma. Bir elimde ip, bir elimde sevdâ. Güç veriyordu adeta. Koş diye motive ediyordu beni.
Kış gelmişti. Günler çetindi. Uçurtma yere asla düşmemeliydi. Fırtınaya, kara, boraya, poyraza karşı zafer kazanmalıydı. Bunu benim elimle yapacaktı. O bir hakikat uçurtmasıydı ve onun yeri gökyüzüydü.
Öyle yorulmuş öyle üşümüştüm ki. İpi bazen fesleğene emanet edip ellerimi ovuşturarak ısınmaya çalışıyordum. Kardan bembeyaz olmuştum. Haki yeşil kabanımı şöyle bir silkeliyor iyice eskimiş botlarımı hafifçe yere vurup karlardan arındırmaya çalışıyordum. Bu sırada da soğuğu düşünmemek adına bir şarkı mırıldanıyordum. "der besten-i peymân-e mâ tenhâ govâh-e mâ şod hodâ
tâ în cehân ber pâ boved in aşk mâ bemâned be câ "
Bu şarkı bana hüzün verirken bir yandan da içimi bir sıcaklık kaplıyordu.
Derken uzaklardan güneş yüzünü gösterdi.
Uçurtmanın üzerindeki su damlaları birer elmas misali parlıyordu güneş vurdukça.
Bahar geliyordu evet. Hafif bir rüzgâr eşliğine salınıyorduk yeşil çayırlarda. Ben, fesleğenim ve uçurtma.
Yine çok yol almış çok şehirler gezmiştik.
Bir söğüt ağacının altına oturu verdik.
Ağaç yeşermişti.
Gözlerimi açtığımda yeni bir dünya ile karşılaştım. Gökyüzünde sayısız uçurtma süzülüyordu. Şaşırmıştım. Nereden gelmişlerdi? Bu ne kalabalıktı? Gözüm kendi uçurtmamı aradı. Ah, evet oradaydı. Sıkıca tuttum ipini. Başka şehirlerde bıraktım baharları, yürümeye koyuldum. Özlem yüklü kervanların arasında, bir muhacir gibi arıyordum şimdi yitirdiğimi. Sesinin huzur veren o tınısı kuşlara soruyordum.Ve tam boğazımda haykıramadığım sevdâ sözleri:
-Gurbet ellerinin yokluğudur sevgilim. Fesleğenler tutamaz uçurtmaları. Ellerin olmadan nasıl asılı kalır gökyüzünde bu sevda?
Gel! Fesleğenler şiire susadı, uçurtmalar ellerine, ben yüreğine..
Beni duymuyordu. Ses vermiyordu. Bana güç veren o mis koku artık yoktu. Hakikat uçurtmasını yorulduğumda emanet edeceğim aşk! Söylesene hangi diyarın bilinmez bir yerinde mahsur kaldın? Söyle kim aldı götürdü seni benden? Zincir mi vurdular sana? Yoksa çıkar gelirdin. Koşardın bana.
Ben ki bir başı dumanlı gezgindim. Sen gideli dinmez fırtınalarım. Sen gideli uçurtmamın gökyüzü zemheri. Savaş sonrası yıkıma uğrayan bir şehirim şimdi. Baksana halime. Yırtık üstüm başım. Saçlarımda kanlı silahların ağırlığı. Dudaklarımda şuursuz delice bir tebessüm. Gelmelisin. Şiirler kokusuz kaldı. Uçurtmalar ipsiz, ben sensiz...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Şemsiye 85 ( Gökteki Sarı Balık 14)
YA TAHAMMÜL YA SEFER MUSTAFA KUTLU Tahammüllerimizle yaşıyoruz. Hayatımıza öyle yön veriyoruz. Tahammül etmediğimizde sefer kaçınılma...
-
Hiç bu kadar sessizliğin içinde kaybolmamıştı. Damarlarında hareket eden kanın sesini duyabiliyordu sanki... Gecenin karanlığından ayd...
-
Ah çocuklar, bayım! Ne kadar da masumlar... Ölmesin onlar. Onlar ölürse insanlık ölür değil mi? Savaşlar! Savaşlar onlara göre değil. Açl...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder