12 Ocak 2018 Cuma

Şemsiye 79 ( Gökteki Sarı Balık 8 )

MANTIKU’T-TAYR
KUŞLARIN DİLİYLE
FERİDÜ’D-DÎN ATTÂR

Öncelikle bu kitapla ilk tanışma hikâyemi anlatmalıyım. Lise üçüncü sınıfta deli dizgin bir edebiyat hocamız vardı. Bir derste o bahsetmişti. Öyle çok hatırlamıyorum aslında. Sîmurg, otuz kuş, vadiler, silik birkaç kelime. Ama o gün bu gündür aklımda bu kitabın adı. Okumak sekiz yıl sonraya nasip oldu. Her kitabın bir kaderi olduğuna inanırım. Elimdeki bu kitap da tam sekiz yıldır beni bekledi. Her bir sayfa, her mürekkep damlası…
Sonunda bir sonbaharda başladım okumaya. Ruhen yorgun olduğum, içimin duvarlarının çöktüğü bir sonbaharda. Gece yarılarında gerçek aşkı düşünmeme vesile oldu kuşlar. Her derdimden bir kuş uçurdum göğe.  Kulak verdim Attâr’a;  “ Dert ehli ol, çünkü derdin kendinin dermanıdır.”
Öyle kolay okunan bir kitap değil hem hacim hem de içerik olarak. Okurken dikkatli okumak, okunanların üzerine kafa yormak gerek. Okudum, düşündüm, bolca çizdim altını cümlelerin, hikayelerin…
Feridü’d-dîn Attâr kitabın sonuna bir bölüm eklemiş kendi ve yazdıkları hakkında bilgi veren. Şöyle diyor:
“Ey yol eri kitabıma şiir ve böbürlenme vesilesi olarak bakma. Defterime dertle bak ki bendeki yüz dertten birine inanasın. Suret ehli benim sözlerime takılmış, içinde boğulmuştur. Mana ehli ise sırlarımı kavramış, işin eri olmuş.
“ Divanım baştanbaşa divanelikten ibaret. Akıl bu sözlere yabancıdır.”
            Kitabı ilk açtığımızda kuşları görmek pek mümkün olmuyor.  İlk yirmi sayfayı önsöz, Attâr’ın hayatı ve eserleri oluşturuyor. Bu kısımdan Attâr’a dair merakımızı giderecek derecede bilgi ediniyoruz. Bizim için en önemli ve dikkat çekici olanı Hz. Mevlânâ’nın hocası olması.
Bu bölümden sonra Attar yaklaşık elli sayfa Allah’ın birliği, Hz. Peygamber’e medih ve Hulefa-i Raşidin’in faziletlerini anlatıyor. Bu bölüm bana biraz uzun ve ağır geldi. Okumakta oldukça zorlandım desem yalan olmaz. Daha kısa olabilirdi…
Kuşların hikayesi dünyadaki tüm kuşların bir araya gelmesi ve her ülkenin padişahı olduğunu kendi ülkelerinin artık padişahsız olamayacağını buna bir çare bulmaları gerektiğini tartışmaları ile başlıyor:
 Bu toplulukta bulunan Hüdhüd, Hz. Süleyman’ın postacısıdır ve kendilerinin bir padişahı olduğunu diğer kuşlara anlatır. Padişahları Simurg’tur. Simurg Kaf dağında yaşar. Ona ulaşmak çetin bir yolu aşmayı gerektirir. Hüdhüd onlara kılavuzluk yapacağını Simurg’u muhakkak bulmaları gerektiğini söyleyerek Simurg’un harikulade özelliklerini belirtir. Bunları işiten kuşlar kendilerinden geçip o yüce padişahı bulmak üzere niyetlenirler. Fakat yol uzun menzil epey uzak olduğu için çekinirler. Hepsi ayrı ayrı kendilerince haklı özürlerini beyan eder. Bu kuşlardan bazıları şunlardır:
 Bülbül: “ Şüphesiz bülbülün sırrını ancak gül anlar… Bir bülbülün Simurg’a takati olamaz. Bülbüle bir gülün aşkı yeter.”
   Papağan: “Kuşların Hızır’ıyım ben, bu yüzden yeşiller giyinmişim. Ola ki ab-ı hayatı içerim. Benim Simurg’un kapısına varmaya gücüm yok. Ab-ı hayattan bir damla su yeter bana.”
  Tavus: “Ben padişaha ulaşacak adam değilim, kapıcısına erişeyim bana yeter.Simurgla benim ne işim olabilir ki? Benim yerim yüce cennet olsun bana yeter.”
   Kaz: “Benim işim su ile olduğuna göre sudan nasıl uzak durabilirim? Ben vadinin yolunu nasıl aşarım? Simurg’a ulaşmam mümkün değildir.”


   Keklik: “ Simurg’a giden yol çetindir, ayağım taşta, çamurda ve ben mücevhere bağlanmış ve gönül vermişim. Ben yüreği kavi Simurg’a nasıl ulaşırım? Elim başımda, ayağım çamurda bu halde nasıl varırım?
   Hüma: “Kanadımın gölgesiyle padişahlık elde edilen kuşun nasıl olur da şevketinden yüz çevrilir? O halde serkeş Simurg nasıl benim dostum olabilir? Padişahlık vermek bana yeter.
  Doğan: “ Ben Simurg’u rüyada bile göremem ki ona doğru nasıl koşayım? Padişahın elinden gelen bir lokma yiyecek bana yeter. Dünyada bu rütbe bana yeter  de artar bile.
 Baykuş: “Simurg’a olan aşk, efsaneden başka bir şey değildir. Çünkü Simurg’un aşkı her er kişinin harcı değildir. Ben onun aşkında bir er değilim. Bana define ve viranenin aşkı gerek.”

 Hüdhüd tüm bu bahaneleri tek tek dinleyip hepsine ikna edici cevaplar verir. Simurg’un olağanüstü özelliklerini ve güzelliklerini anlatır. Her kuşun bahanesi biz insanların bir eksikliğini bir acziyetini temsil eder aslında.
Daha sonra kuşlar tüm bunları kabul edip Hüdhüd’e bir takım sorular sorarlar. Çünkü yola revan olmadan önce kalplerinin mutmain olmasını isterler ve Hüdhüd’e şu cümleleri söylerler: “ Zira biliyoruz ki uzun yol, içimizde şüpheler varken aydınlanmıyor. Gönlümüz rahatlayınca, kendimizi yola veririz, gönülsüz ve bedensiz o dergaha baş koyarız.”
Bunun üzerine Hüdhüd kürsüye çıkar ve huzurunda saf tutan yüzbinlerce kuşun sorularını cevaplandırır.
Kitapta yirmi kuşun sorusuna yer veriyor. Hüdhüd her soruya ayrı bir hikaye ile cevap veriyor. Bu soru-cevaplar aslında kitabın omurgasını oluşturuyor ve yaklaşık yüz otuz sayfa  
Sorularda güçsüzlükten, günahkarlıktan, bir dindar bir nankör olma durumundan, nefse ve şeytana uymaktan, köşke ve padişahlığa karşı aşırı istekten, sevgilinin aşkından, ölüm korkusundan, Allah’ın emri hak yolunda temizlik padişah katında insaf ve cezadan, dergahta pervasızlık ve revanın nasıl oluşundan,  orada hangi malın makbul oluşundan bahsediyor özetle.
Son soru olan bu yolun kaç  fersah olduğudur. Hüdhüd: “Yolda aşılacak yedi var. Bu yedi vadiyi aşınca Hakk’ın dergahına varılır. Dünyada bu yoldan dönen olmadı kaç fersah olduğunu da bilen yok.” Yedi vadi şunlardır:
1.Vadi: İstek
Burada her nefeste yüzlerce bela vardır.
2.Vadi: Aşk
Buraya ulaşan kişi ateşe gark olur. Aşık ateş gibidir; aceleci, yakıcı ve serkeştir.
3.Vadi: Marifet-Bilgi
Burada yollar birbirinden farklıdır. Ten yolcusu farklıdır, can yolcusu farklıdır. Karşısına çıkan yolda herkes, kendi kabiliyetine göre yol alır.
4.Vadi: İstiğna (İhtiyaçsızlık)
Burada ne bir dava ne bir mana vardır. Yedi derya burada bir havuz mesabesindedir. Yedi gezegen burada bir kıvılcım kadardır.
5.Vadi: Tevhid
Bu vadiye yönelenler eşitlik iddiasında  bulunurlar. Sayılar az da olsa çok da olsa hepsinin bu yolda, ‘birlikte’ birleştiğini görürsün.
6.Vadi: Hayret
Burada işin gücün hep dert ve hasretten ibarettir. Burada her nefes sanki sana bir kılıç darbesi gibi gelir, her an bir üzüntü ile karşılaşırsın.
7.Vadi: Yokluk (Fenâ)
Bu vadi unutulmuşluk, dilsizlik, sağırlık ve kendinden geçmişliğin ta kendisidir.
Bunları duyan pek çok kuşun ciğeri kanla dolar ve o makamda can verirler.  Kalan kuşlar, yola koyulur. Yıllarca uçarlar. İçlerinden bir kısmı denizlerde boğulur, bir kısmı kaybolup yok olur. Bir kısmı susuzluktan dağ tepelerinde ölür, bir kısmının güneşten kanatları yanar. Kimini aslanlar parçalar, kimi yem sevdasına kendini öldürür. Bir kısmı kafileden ayrılır geride kalır, bir kısmı eğlenceye dalar. Sonunda yüz binlercesinden çok azı oraya ulaşabilmiştir.
Bir alem dolusu kuş yola çıkar oraya yalnızca otuz kuş varabilir. Otuz kuş yorgun bitkin kalpleri kırık canları çıkmış bir halde dergaha varırlar. Bir görevli çavuş  gelir ve onlara buraya neden geldiklerini sorar. Onlar da padişahları Simurg’u aradıklarını söylerler. Çavuş, otuz kuşun hepsine birer kağıt verip okumalarını ister. Kağıtta, otuz kuşun yolculuk sırasında birer birer başlarına gelenler ve bütün yaptıkları yazılıdır.  Yazıları okuyunca hepsi hayret içinde kalırlar.  Bu esnada Simurg ışıklar içinde tecelli eder…
Otuz kuş, tecelli edenin bizzat kendileri olduğunu yani Simurg’un mânâ bakımından otuz kuştan ibaret olduklarını görüp şaşırırlar. Otuz kuş Simurg, Simurg da otuz kuştur.  Simurg  da zaten otuz kuş demektir. Bu esnada bir nida geldi o makamdan:  “Siz buraya otuz kuş geldiniz, bu aynada da otuz kuş göründünüz. daha fazla veya daha az gelseydiniz o kadar görünürdünüz. Yoksa bizi görecek göz kimde var? Bir karıncanın gözü süreyyaya nasıl erecek?
Otuz kuş nihayet Simurg’ta  ebediyen mahvolur.. Gölge güneşte kaybolur. Artık ortada yol da yolcu da rehber de kalmaz.
Fenada noksanlığı elde etmedikçe, bekada asla doğruluğu göremezsin. Fenanın horluğunda mahv olmadıkça bekalığın yüceliğinden sana bir ispat nasıl ulaşır?

ŞİRA-İ YEMANİYE
*Hüma Kuşu
Çoğu kez cennet kuşu olarak da adlandırılan, görünmeyecek şekilde çok yükseklerde dinlenmeksizin sürekli uçan, asla yere değmeyen -bazı kaynaklarda ayakları olmadığı da nakledilir. Bazı Türk lehçelerinde Kumay veya Umay kuşu adı ile de bilinir.
Başına konduğu kimseye mutluluk getirdiğine inanılması sebebi ile talih kuşu veya devlet kuşu olarak da isimlendirilir. Eskiden bir hükümdar ölünce halkın bir meydanda toplandığı ve Hüma'nın başına konduğu ya da gölgesinin üzerine düştüğü kişinin hükümdar olduğuna dair halk inancıdır.
*Simurg
Mistik kuş Simurg Fars sanatında kuş şeklinde, kanatlı dev bir yaratık olarak resmedilmiştir. Zaman zaman köpek başına ve aslan pençelerine sahip bir tavus kuşu olarak da resmedilmiştir. Bazen insan yüzü ile de resmedildiği olmuştur. Bir bölümü memeli olduğu için yavrularını emzirirdi. Yılanlara karşı bir düşmanlığı vardı ve yaşadığı yer fazlasıyla sulaktı. Bir antik İran tanımında Simurg'un kendisini alevlerle kaplayana kadar 1700 yıl yaşar, daha sonraki tanım ve kayıtlarda ise onun ölümsüz olduğu ve Bilgi Ağacı'nda bir yuvası olduğundan bahsedilmiştir.

İran efsanesine göre, bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuştur. Tüm bu zaman boyunca, Simurg o kadar çok öğrenmiştir ki tüm zamanların bilgisine sahip olmuştur.

Simurg uçuşa kalktığında, bilgi ağacının yaprakları titrer her bitkinin tohumlarının dökülmesine neden olurdu. Bu tohumlar dünyanın her yanına dağılır gelmiş geçmiş her bitki çeşidinin kök almasını sağlar ve böylece de (bu bitkiler yoluyla) insanoğlunun tüm hastalıklarını tedavi ederler.

Silivri- İSTANBUL
13 Ekim- 03 Aralık/2016

                                                                                                                 

Hiç yorum yok:

Şemsiye 85 ( Gökteki Sarı Balık 14)

YA TAHAMMÜL YA SEFER MUSTAFA KUTLU Tahammüllerimizle yaşıyoruz. Hayatımıza öyle yön veriyoruz. Tahammül etmediğimizde sefer kaçınılma...